Çamurun İçinde Cevher
25 Şubat 2010 - Zeynep Oral -
Güzellikler, gülümsemeler, akılcı yaklaşımlar arıyorum… Nefes nefese biraz umut, biraz iç huzuru arıyorum… Güzel haber Berlin’den geldi…
(Tam o sırada bir gazetecinin sorusuna sinirlenen Bülent Arınç “tuuuu size!” diye suratımıza tükürüyordu. Bu adam başbakan yardımcısı.)
Berlin Film Festivali’nden haberler gelmeye başladığından beri, içimden “Bal” büyük ödülü alacak diye inanıyordum. Kehanet gücümden değil, Semih Kaplanoğlu’nun önceki “Süt” ve “Yumurta” filmlerini görüp, her ikisine de duyduğum hayranlıktan…
“Yumurta”da taşra yalnızlığı… Yiten annenin, terk edilenin ardından duyulan suçluluk duygusu… Dışa vurulamayanın, içten içe biriktirilenin yoğunluğu…
“Süt”te, yitirilen bu kez değerlerdir, zamandır… Yine söylenmeyenin duyumsanması… Dışarıya değil içe yolculuk… Zaman kavramının şiirle içlidışlılığı…
“Bal”ı izleyebilmeyi sabırsızlıkla beklerken kendi kendime “Aptal olma Zeynep! Süt ya da Yumurta’yı kaç kişi izledi ki bu ülkede” diye söylenmekten kendimi alamıyorum. Kör kör parmağım gözüne olacak ki, millet gidecek. Mizah yerine şaklabanlık, derinlik yerine yüzeysellik, incelik yerine kabalık olacak ki salonlar dolsun…
(Tam o sırada AKP’li Avni Doğan haykırıyor: “Şimdi sıra bizde. Şimdi de biz fişliyoruz . 40 yılın intikamını alıyoruz” … Hiç olmazsa partisindekilerden daha dürüst, adam itiraf ediyor…)
“Opera News” dergisi şubat sayısında büyük Maestro Ricardo Muti’ye geniş bir yer ayırdı. Çünkü New York’taki Metropolitan Operası’nda ilk kez temsil edilen Verdi’nin “Attila” operasını o yönetti ve yönetiyor. İlk temsil 23 Şubat’taydı. Yalnız o dergide değil, daha birçok yayın organında Ricardo Muti bu vesileyle bol bol Leyla Gencer’den söz etti, onu övüp yüceltti. Her fırsatta, bu eserin ilk kez Floransa’da 1972’de sahnelendiğini ve başrolleri paylaşan Leyla Gencer’le Nikolai Ghiaurov’un ne denli muhteşem olduklarını anlata anlata bitiremedi. (Bu konuya dikkatimi çeken Şule Soysal’a sonsuz teşekkürler.) Ben de boş durmadım, Floransa’daki temsilden kaçak kaydedilip sonradan piyasaya sürülmüş Muti-Gencer- Ghiaurov’lu “Atilla” operasını dinlerken buldum kendimi.
(Sahi Başbakan müzik sanatçılarıyla buluştu kahvaltıda. Ne büyük bir düş kırıklığı... Rojin dışında hiçbiri soramadı mı, nedir şu Kürt açılımı dediğin diye. Taş atan Kürt çocukları hapislerde tutmak mı? Seçilmiş belediye başkanlarını içeri almak mı? Nedir demokratik açılım? Gözaltında öldürülen Engin Çeber’in işkenceci polislerini beraat ettirtmek mi?)
Önceki akşam Kültür Koleji’nin 50. yılı Lütfi Kırdar’da Fazıl Say ve Patricia Kopatchinskaja’nın konseriyle kutlandı. Muhteşemdi. Çılgıncaydı. Baştan çıkarıcıydı. Gül ve Fahamettin Akıngüç’ü bu seçimleri nedeniyle kutluyorum.
Tüm konser boyunca müzik ve özgürlük kavramlarının Fazıl Say’da nasıl bir bütün oluşturduğunu izledim.
Fazıl Say’ın kendi besteleri Baladlar, Piyano ve Keman için Sonat’ta olsun, De Falla’nın İspanyol Dansları, Bartok’un Romen danslarında olsun, özgürlüğün tadını sonuna dek çıkaran iki afacan çocuk, iki “şeytan”, iki “melek” vardı karşımda. Yorumlarında bunca savrulup uçabilen, bunca bağımsız, bunca “gözü kara”, ama yine de onlar yaptıklarında doğru olan, sonsuz bir disiplini içeren, özgünlükle sadakati bütünleyen bir şölen…
(Bu yazıyı yazdığım sırada, televizyonda bir gazeteci, generallerin gözaltına alınmasına ilişkin “Bu ülkede artık kimsenin dokunulmazlığı kalmayacak” diyor… “AKP’liler dışında, Deniz Feneri sanıkları dışında” diye ekleyecek mi diye bekliyorum… Eklemedi… Ne de olsa “liberal” bir gazeteci…)
Cumhuriyet- 25 Şubat 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler