Büyük bir şaşaadır ölüm…
15 Ekim 2005 - Zeynep Oral -
“Bir hançer gibi çıkıp gitti”… Kendi dediği gibi… Ataol Behramoğlu’nun onun ardından yazdığı o güzelim yazıda vurguladığı gibi…
Ah evet, tüm medyamız, basını , yayını , hepsi birden, hep beraber, sayfalarını, saatlerini ona ayırmakta kıyasıya bir yarışa girdiler… Günah çıkarma mı? Vicdan rahatlatması mı? Nedir bu?
Bu güne dek Attila İlhan’ın bir düşüncesine, bir sözüne, bir eleştirisine, bir dizesine kulak vermemiş olanların bu tutumları size de riyakarlık, ikiyüzlülük gibi gelmedi mi?
Bir şaire , bir yazara, sevgimizi, saygımızı, hayranlığımızı belirtmek için illaki ölmesi mi gerekiyor! Keşke bugün ona ayrılan sayfaların, saatlerin yüzde biri, yeni çıkan bir kitabı üzerine ayrılabilseydi…
Biliyorum, bunları duymak kimsenin hoşuna gitmiyor. Ancak, bunları söylemeden, başka hiçbir şey söyleyemeyecektim.
Genç bir okurdan gelen ve enternette dolaşan şu mesaja bakar mısınız: “
Benim okul hayatım 1984’de başladı. 2000’de bitti. Bu 16 senede bir okul kitabımda bu adamı okumadım… Yani resmi olarak ben Attila İlhan’ı tanımıyorum.. BU büyük çelişkiyi düşünebiliyor musunuz???”
Gencin mesajı , öfke dolu satırlarla devam ediyor…
Bugün üniversite öğrencilerimiz arasında bile Attila İlhan’ın adını duymamış (yani birkaç gün öncesine dek duymamış ) olanlar var!
Bugün onun ardından timsah gözyaşları döken yönetici durumundakiler , eğitim sorumluları ve medya, akıllarını başlarına devşirip, bu gerçekleri biraz düşünmeliler!
Öyle bir sevmekler
Geleneksel halk şiirinden, divan edebiyatından, dünya edebiyatından, bir bileşime ulaşmaya çalışan şiirleriyle aşka aşık etti benim kuşağımı Attila İlhan…
“Böyle bir sevmek görülmemiştir” dediğinde o, genç kızlar, delikanlılar inandılar ki, yalnız ve yalnız “Benim” aşkımdan söz ediyor.
O nedenle sevgilinin gözleri gözlerimize değince felaketimiz oldu ağladık; sevgiliye mecbur kaldık, içimizi onunla ısıttık, elimizden tutmazsa düşeceğimize inandık, yağmurlarda sürüklendik, sokaklarda Jezabel ile birlikte vurulduk, bulutlarla parçalandık, kullanılmamış gökyüzüne uzandık , gözlerimizden şilepler geçti, günler, haftalar ellerimizde ufalandı, sonbaharlarda intihar etmiş yaprakları topladık… Genç kızlar azıcık okşansalar sanki çocuklaştılar… Delikanlılar , bir şehre geldiklerinde, başka bir şehre giden Pia’nın peşine düştüler… Singapur’dan Marsilya’ya , İstanbul, İzmir ve Ankara’dan geçerek savrulduk…
Yaşamadığımız serüvenleri, onun dizeleriyle yaşadık.
Sanmayın ki o aşklar, o sevgililer , unutuldular. Zaten, belki de gerçek değildiler, birer umuttular…
Kentin Sesi
Attila İlhan’ın kentin şiirini söylediğini , onun şiirlerini ilk okumaya başladığım 13 yaşımda değil, çok daha sonra keşfedecektim. (Tıpkı romanlarında olduğu gibi kenti anlatıyordu. )
Kentinlerin semt isimleri, bulvarları, limanlara inan sokakları, (neredeyse adres verirdi) çağrışımlarla yüklü kadın adlarının geçit töreni, yankesicisi, emniyet görevlisi, kent insanın binbir hali…
Birbirinden renkli, çok geniş bir yelpazeye yayılan zengin mi zengin, abartılı imgeler…
Ritmi hiç azalmayan, temposu hiç düşmeyen, müthiş bir müzikalite…
Polisye tadında nefes nefese bir gerilim…
Bütün bu özellikler, şimdi bana caz müziğinin tatlarını çağrıştırıyor. Belki doğaçlama duygusu verdiğinden (oysa hiç de doğaçlama değillerdi), belki okunmaktan çok seslenişe, söylemeye / dinlemeye yatkınlıklarından … Bir ucu “Blues”a ya da “hüzün”e , öteki ucu halk şarkılarına uzanan bir tür caz…
Diyalektik inanç
Attila İlhan sosyalistti. Asla ödün vermediği, iki ilke bağımsızlık ve özgürlüktü. Hem birey için hem toplum için savunduğu bağımsızlık ve özgürlük.
Diyalektiğe inancı sonsuzdu: A, a ise… b, a’nın karşıtıysa… a, b değildir. Ama a , b’yi içerir… Böyle açıklardı. Diyalektiği yöntem olarak benimsemişti.
“varsa devran içinde devran / bu devranın devamıyız biz…” (…) “tohum ağaç ve orman / ölümün içerdiği hayat /buhara intikal eden su / gün bu gün… saat bu saat / diyalektiğin fermanıyız biz”… (Şeyh Bedrettin –i Simavi’ye Gazel)
Sağa da Sola da, ama en çok dogmacılığa, bir öğretiye körü körüne bağlanmaya çatardı:
“Tartışmasız bağlılık, imandır; iman ise feodal /ümmet toplumlarına özgü bir kavram. Çağdaşlık, Descartes’ın işin içine kuşkuyu, yani aklı karıştırmasıyla başlamış! Gerçek özgürlüğün ve bağımsızlığın ana koşulu tartışmadır. Çağdaş aydının birinci görevi, sağdali soldaki müminlere karşı, sağlıklı kuşkunun , yani aklın, soru işaretlerini sıralamak! Bunu yapmadı mı, isterse solun en ileri ucunda olduğunu savunsun, azgelişmişlikte patinaj yapıyor. Çünkü ilericilik, bir inanç işi değil, bilinç işidir, yani yöntem.” (Sağım Solum Sobe – Önsöz.)
“Büyük bir şaşaadır ölüm” diye başlayan “diyalektik gazel” şiirinin bir yerinde “nasıl doğmakla başlarsa ölüm / ölmekle başlar öyle hayat” der.
Dilerim bundan sonraki hayatlarımızda bir şaire , bir yazara, sevgimizi, saygımızı, hayranlığımızı belirtmek için illaki ölmesini beklemeyiz. Attila İlhan bu yolda da bizleri uyarmış olur!
15 Ekim 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler