Bölünmek değil bütünleşmek... Fazıl Say - IKSV
16 Nisan 2010 - Zeynep Oral -
Bu ülkenin bir avuç aydınlık insanları, oyuna gelmeyin...
1987 yılında Almanya’ya öğrenci olarak gittiğimde, her seferinde şaşırtan, yıldıran ve mahcup eden o tuhaf sorgulama karşıma çıkmaktaydı: “Türkiye’de piyano var mı?”…
Fazıl Say’dan gelen mektup bu sözlerle başlıyordu... Seçtiği zor yolu anlatıyordu:
“Bir ‘müzik evreni’ yaratmak kafamda… Ve oradan yola çıkmak sonsuz bir yolculuğa, bunca derdin olduğu bir dünyada.. ‘Türk’ kimliği ile dünyada var olmak. Size bazen alaylı, bazen şaşkın; ‘Türk piyanist’ denmesi, -sanki olmayacak bir durummuş gibi… Onların aklındaki belli başlı tabuları yıkabilmek, ‘egzotizm’ imajından sıyrılmak, kalakalınmış ‘yalnız başılığa’ çözüm üretmek, hep ‘diğerlerinden daha iyi’ olmak zorunluluğu, hep en küçük hatada ağır hasar gören olmak… Bu kurtlar sofrasında yardım eli uzatacak adres olmaması; hiçbir Türk orkestra şefinin, Türk oda müziği grubunun, Türk menajerin, Türk organizatörünün, Türk kültür destekçisinin, Türk sponsorun, dünya klasik müzik camiasında olmaması…”
UZUN İNCE BİR YOL
Bu çok zor ve ince uzun yolda Fazıl Say’ın nerelere vardığını bu sayfaların okurları iyi bilir… Yeni bestesi “İstanbul Senfonisi”yle taçlanan Dortmund’daki “Fazıl Say Festivali”nin ayrıntılarını daha yenilerde sizlerle paylaştım…
2010’da Hamburg’da da onun adına festival düzenlendi. Berlin’in Konzerthaus’unda 2010-11 sezonunda yorumcu ve besteci olarak “14” konserlik bir performans… Almanya’daki bütün klasik müzik festivallerine davet, büyük sezon serilerinin hepsine defalarca katılmakta… Yorumcu ve oda müzikçisi olarak Almanya’nın tüm ödüllerini 2 defa kazandı. Geçtiğimiz 10 yıl içinde ise Almanya’nın hemen hemen tüm orkestraları ile çaldı. 2008’de Almanya’da “yılın müzisyeni” seçildi. Birçok Avrupa ülkesinde ve Japonya’da da öyle… 1990’larda ABD’de de öyle New York Filarmoni ile 8 kez çaldı... 2002’de kızına yakın olmak için Türkiye’ye taşındı… Anadolu’ya turneler yaptı, festival kurdu, sürekli çaldı ve besteler yaptı…
Bunları anlattıktan sonra Fazıl Say mektubunda üzüntüsünü (kızgınlığını) dile getiriyordu. Uluslararası İstanbul Müzik Festivali programı açıklanırken bir gazetecinin “Neden Fazıl Say yok” sorusuna Müzik Festivali Direktörü Yeşim Gürer, Fazıl Say’ın son yıllarda Chopin ve Schumann yorumlamadığını belirterek yanıt vermişti… İşte bu yanıt, sanatçıyı incitmişti. Mektubun sonrası öfkeli bir tonda sürüyordu.
Klasik müzikle ilgilenen okurlar biliyor ki Fazıl Say’ın İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na kırgınlığı daha önceye dayanıyor: Öfkesi, gözbebeği bestesi, “Metin Altıok Ağıtı”, ilk seslendirilişinde, sansürlendiği içindir… Ve bu, çok haklı bir kırgınlıktır.
2 PİYANO KONÇERTOSUNA 2 PİYANİST
Basın toplantısındaki soru “Neden Fazıl Say yok?”, “Neden İdil Biret yok” da olabilirdi. Üstelik İdil Biret dünya çapında Chopin ustası diye biliniyor. Ancak bu soru yine yanlış olurdu. Bir festival programı, içerdikleriyle sorgulanabilir. Dışarıda bıraktıklarıyla değil… (2010 İstanbul Kültür Başkenti’yken, neden Fazıl Say’ın bestesi “İstanbul Senfonisi” yok, daha mantıklı bir soru olabilirdi…)
Festival programına ilişkin Yeşim Gürer, 21 konserlik bir program içeren festivalde sadece 2 piyano konçertosu seslendirildiğini vurguluyor. Bunlardan biri, Dünyada Varşova’da Chopin Yılı’nı Chopin’in piyano konçertosunu seslendirerek resmi olarak başlatan Lang Lang. Diğeri Schumann piyano konçertosu yorumu “tüm zamanların en iyi yorumu” olarak gösterilen Radu Lupu. İkisi de olağanüstü isimler!
Yeşim Gürer şöyle diyor: “Evet Fazıl Say bu sene festivalde yoktur, zira Chopin ve Schumann’ın ağırlıklı olduğu bir yılda seslendirilecek 2 konçertonun bu iki piyanist tarafından seslendirilmesini istedik. Bu bir artistik seçimdir ve artistik seçimler de sübjektif konulardır, ‘Niye onlar da Fazıl değil’ diye tartışılması da son derece gereksizdir.”
GAZETECİ DOSTLAR DİKKAT DİKKAT
Baştan söyleyeyim: Fazıl Say, benim için çok değerli bir sanatçı. Ne denli hassas, kırılgan olduğunu biliyorum, çocuk ruhunda kopan fırtınaları yakından izliyorum. Onu her şeyden, herkesten korumak, incinmemesi için elimden geleni yapmak istiyorum…
İKSV, yaşadığım kent İstanbul’a kimliğini, kişiliğini kazandıran, çağdaş evrensel değerleri sunan, beraber büyüdüğüm eşsiz bir kurum. Bir avuç gencin elinde, devletlerin hükümetlerin yapamadığını gerçekleştiriyor, hayatı yaşanabilir kılıyor. O gençlerden biri de Yeşim Gürer.
Sevgili okurlar, bu ülkede çağdaş aydınlık, yüzü ileriye dönük, yaratıcılığı önemseyen bir avuç insanımız var. Onları hepimiz kollamalıyız.
Biliyorum gazeteciler kavga sever, sisli puslu hava sever, düşmanlık sever. Farkındasınız herhalde: son zamanlarda her ama her alanda ayrımcılığı, düşmanlığı körükleyen, piyanistleri, sanatçıları, yazarları bile o taraf/ bu taraf diye bölen ayıran odaklar var! Gazeteler ve kimi gazeteciler bundan besleniyor! Yeter! Daha fazla oyuna gelmeyelim! Şurada aynı dili konuşan kaç kişi var ki!
Cumhuriyet - 15 Nisan 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler