Menü

Bir Volkan'dan Ötekine


22 Nisan 2010 - Zeynep Oral -

Uygarlıklar çatışması… Endüstri rekabeti, teknoloji zaferleri, silahlanma yarışları… Sesten daha hızlı akıp giden görüntüler… Minimini bir “cip”e sığdırılan yeryüzünün tüm bilgisi, yeryüzünün tüm becerisi… Bilgisayarların, robotların gelişimi, daha çok, daha daha çok gelişimi…

Sonra gümmmm! İzlanda’nın ucundaki bir volkan patlıyor ve geriye ne teknoloji, ne gelişme, ne de bir yerlere yetişme hırsı kalıyor… İnsanoğlunun ne denli aciz, ne denli kırılgan olduğunu anlayıveriyoruz. Bütün bu gelişmenin nasıl da tutsağı haline geldiğimizi kavrıyoruz.

Volkan patlıyor, bir anda önceliklerimiz değişiveriyor. Gittiğimiz ülkede kaldığımız oteldeki yatağı beğenmezken, havaalanındaki bir şezlonga razı oluyoruz.

Kül, toz ve lav bulutu Avrupa hava sahasını etkisi altına aldığında Sicilya’daydım. Avrupa medyası anında canlı yayına başladığında ilk görüntülerle birlikte aklıma yerleşen Nâzım’ın dizeleriydi, Hiroşimalı kız çocuğun sesiydi: “Bir avuç kül oluverdim / Külüm havaya savruldu” … İçimden “Bulutlar adam öldürmesin” diye sayıkladım…

Bulutların adam öldürmediğini öğrenince, Roma Havaalanı kapanmasın diye yalvardım. Kapandı… Derken Catania’dan Roma’ya trenin 11 saat sürdüğünü öğrendim. Zaten trenler çoktan dolmuştu. O yetmezmiş gibi, Etna Yanardağı burnumuzun dibinde göz kırpıp duruyordu!

Çıkardığım dersler

Sınav kaçıracak gençlerin yanında, benim, torunlarla pazar günü randevumu kaçırmamın önemi yoktu elbet… Ya İzmir Kitap Fuarı’nda imza günüme yetişemezsem endişesi, ya İzmir ECEV’e (Ege Çağdaş Eğitim Vakfı’na) verdiğim sohbet sözünü yerine getiremezsem korkusu içimde büyürken eyvah Gülsin Onay’ın konserini de kaçırıyorum diye kahroluyordum…

Neyse ki, rüzgârlar sayıklamalarımı duyuverdi, bulutun yönünü değiştirdi ve Roma Havalanı açıldı.

O iki üç günlük heyecan ve endişeden sonra, “ya İstanbul’a dönemezsem, ölürüm!” duygusundan sonra kendime çıkardığım dersler şöyle:

-Yarın her planımız altüst olabilirmiş gibi yaşamayı öğrenmemiz gerek.

-Teknolojik gelişmenin peşini bırakmaksızın, sadece o gelişmeye güvenmemek.

-Düş gücüne ve yaratıcılığa “koyver gitsin” deyip alternatifler üretmek…

-Hızı azaltmak, ayrıntılara daha çok zaman ayırmak…

-Zor zamanlarda dayanışmanın gücüyle muhteşem dostluklar kurulabildiğini yeniden hatırlamak...

-Doğanın sesine daha sık kulak vermek…

-Yarım dolu bardağın yalnız boş yanını değil, dolu yanını da görmeyi öğrenmek…

-Duygu fırtınalarını, içinizden gelen duygu sözcüklerini ertelememek…

-Kavuşmaların hazzını daha çok, daha çok yaşamak, tadını çıkarmak…

-Yarın ölünecekmiş ve aynı zamanda hiç ölünmeyecek gibi yaşamak…

Gülsin Onay ziyafeti

 

İstanbul’a ulaştım ki, bir başka volkan patladı. Hem çok dramatik, hem çok pastoral… Hem gök gümbürtüsünü, hem de duru suları çağrıştıran bir volkan… O volkanın adı Gülsin Onay’dı.

Chopin’in, “Balad”ları, “Noktürn”leri, çeşitlemeleri arasında sanki kendi özel bahçesinde dolaşırmış gibi, doğaya hükmeder gibi dolaşıyordu Gülsin Onay… Chopin’in en sevilen eserlerinden olan Polonez’de, eserin destansı havasıyla yorumcunun coşkusu adeta yarışıyordu… İkinci bölümde çaldığı Si minör Sonat birbirinden farklı duyguları bir araya getiriyor ve konseri taçlandırıyordu.

Dinmeyen alkışlar üzerine Chopin’den ve hocası Adnan Saygun’dan seçtiği parçalarla ödüllendirdi dinleyicileri.

Birkaç gün içinde, bir volkandan öteki volkana savruluvermiştim…

Cumhuriyet - 22 Nisan 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.