Bir duruşmadan izlenimler: "Şüpheli Fazıl Say"
19 Ekim 2012 - Zeynep Oral -
Sabah. Soğuk. Adliye Sarayı'nın önü. Kalabalık. Ünlü sanatçılar. Ünlü ve sanatçı olmayanlar. Sevenleri, dinleyicileri. Yerli, yabancı basın ordusu, kameralar... En sevdiğim afiş: Notalar özgürlüğe kanat çırpıyor...
İçerisi: Beyaz mermer. 6. Kat. Koridorun ucunda duruşma salonu değil, duruşma odası. İçeri 15 kişi anca sığar! Hemencecik barikat kuruluyor, o odaya yaklaşılmasın diye. Geçmek yasak! Güvenlikten özel bir şirket sorumlu. Kimi sakin, kimi kraldan çok kralcı...Basın, haber alma hakkı? Yok öyle şey diyorlar...
Koridora bakan bir cam kapının ardında Edip Akbayram ve Ahmet Say'ı görmemle kendimi o yana atıyorum . Karşımda Fazıl Say. Sarılıp kucaklaşmalar. Heyecanlı, üzgün, bıkkın... Nasıl olmasın ki ...
Vakit tamam. Avrupa Parlamenterleri için barikat aralandığında , aradan sıyrılıp içeri girebiliyoruz Nilgün ve ben. (Teşekkürler bağımsız İstanbul Milletvekili Levent Tüzel!)
Duruşma Odası 30 metre kare ya var ya yok. Yargıç kürsüsünün iki yanında iki masa: Birinde sanık avukatları ve sanık; ötekinde 3suçlayıcı ve avukatları... Avukatlar oturuyor, Fazıl ve 3 suçlayıcı ayakta... Dinleyiciye ayrılmış 15 sandalye karşıda. bir o kadar da ayakta, havasızlıktan boğulmadan izlemeye çalışıyoruz.
Yargıç başladı: "Şüpheli Fazıl Say..."
Adınız? Fazıl Say.
Mesleğiniz? Müzisyen.
Aylık geliriniz? Belirsiz.
Sonra iddianamenin okunması vb...
Fazıl Say, "Şu duruşma bir an önce bitse de ben müziğime dönsem" der gibi her zamanki haliyle duruyor ayakta... O ayakta sallandıkça benim belim ağrıyor! 20.dakikada Yargıç yerinden kalkıp bir iskemle getirilmesini istiyor. Fazıl oturuyor.
Suçlayıcı taraf saldırgan, avukat hanım haykırarak konuşuyor. Israrla, odanın boşaltılmasını istiyorlar... (İçimden Nazım'ın dizeleri geçiyor: "Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson,/ Korkuyorlar korkuyorlar"). Yargıç sakinleştiriyor. O, olumlu ve dengeli.
Fazıl Say oturduktan sonra daha rahat. Parmakları dizinin üstünde oynayıp duruyor... Arada "neden ayni şeyi söyleyen başkalarını değil de beni seçtiniz mahkemeye vermek için?" gibi haklı bir soru sıkıştırıyor suçlayıcılara. (Ayni soruyu dünkü yazımda ben de sormuştum! )
Sonra yine parmaklarına kayıyor gözüm. Kıpır kıpır parmaklar görünmez tuşlara basıyor. Artık iddianameyi , Hayam dizelerinin, sanatın, bilimin yargılanmasını dinlemek istemiyorum. Fazıl'ın parmaklarından Adalet Sarayına oradan dünyaya yayılan Beethoven sonatlarını, Anadolu'nun , Mezoportamya'nın, ezgilerini dinliyorum...
(Nasılsa haberlerde duruşmanın ayrıntılarını , bir sonraki duruşmanın 18 Şubat'ta olacağını öğreneceksiniz. Ben sadece izlenimlerimi aktardım.)
EROL GÜNAYDIN
Biraz Meddah, biraz Nasrettin Hoca:
O, rol yapmadan "oynayan"; bağırıp çağırmayan, baskıcı olmayan, sahneye ,izleyiciye kendini dayatmayan... Ekip içinde "erimeyi" bilen, ama mutlak kendini fark ettiren... Ayrıntıların tadını çıkartan , o tadı izleyicisine geçiren; "oynamaktan" sonsuz keyif alan, bu keyfi, bir çocuk sevinciyle çoğaltarak yayan ... Küçül rol büyük rol ayırımı yapmayan... Sahnede söylediği her söze, yaptığı her harekete, her mimiğe, yaşadığı her ana karşısındaki seyirciyi inandırır O. Çünkü sahicidir. Çünkü o rol yapmaz, "oynar"... Çocuklar gibi oynar... İyi ki varsın Sevgili Erol Günaydın...
Cumhuriyet- 19 Ekim 2012
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler