Bellekler Yok Olunca…
14 Haziran 2005 - Zeynep Oral -
“Afganistan’daki insanların , Türkiye’deki Müslümanların nasıl yaşadığına dair hiç ama hiçbir fikirleri yok… Bura halkına yıllarca, İslam diye, 1400 yıl öncesinin Suudi Arabistan gerçekleri öğretildi ve öğretiliyor! İslam’ın beş şartı nedir diye sorsanız , bilmezler . Dini, politika diye bellettiler.. Ülkemdeki en korkunç durum nedir biliyor musunuz? Ne yokluk, ne de yoksulluk! Belleklerimiz yok oldu belleklerimiz!”
Her biri kurşun gibi ağır bu sözleri söyleyen Nesrin Abou-Bakre Kabil Üniversitesi’nde öğretim üyesi.Sanki sivil toplum kuruluşları ordusu gibi çalışıyor, politika üretiyor,yazılarıyla, seminerleriyle eğitiyor, hizmet veriyor.
Belleksiz Toplum
Dinin, politikanın yerini almasını ve Afganistan’ın yıllar boyu içine kapanmasını, yaşanan savaşların, çatışmaların kaynağı olarak değerlendiren Nesrin, “Biz otuz yıl önce böyle bir ülke değildik, bizim uygarlığımız vardı, belki zengin bir ülke değildik ama insan gibi yaşardık… Şimdi kimse, o günleri 30 yıl öncesini hatırlamıyor, hatırlamalarına izin verilmiyor , “ dedikten sonra, “Ben burada ısrarla Türkiye imajını tanıtmaya, Türkiye’yi örnek göstermeye çalışıyorum. “ diye ekliyor. (Bu tümceyi o kadar çok duydum ki Kabil’de…)
Savaş yıllarında ülkesinden ayrılan Nesrin, 11 Eylül saldırısından bir ay önce dönmüş Afganistan’a.
“Özgür Afganistan’a döndüm sanıyordum. Kuzey İttifakından Ahmet Mesud gözlerimin önünde öldürüldü. O zaman insanlarımın nasıl korkunç bir hale geldiklerini gördüm. Dünyayı uyarmaya çalıştım, başaramadım…(Bunları anlatırken göz yaşlarını tutamıyor. )Ve dünya burada olup bitenleri görmüyordu bile. Oysa burada yaşananlar yalnız Afganistan için değil, tüm gezegen için önemliydi.”
Onu dinlerken sık sık ülkemi ve ülkeme biçilen “Ilımlı İslam modeli” ni düşünmeden edemiyordum.
Bellek bir kez yok olunca, bugün Batı’dan gelen her şey “yeni”ydi . Ve yeni olan her şey, İslam dışıydı… Buna , savaş yıllarında ülkeden ayrılıp Batı’ya gidenler de dahildi… Bu düşünce, yeniden yapılanmayı çok güçleştiriyordu.
“Newsweek dergisinin yayını üzerine, niye ilk tepki Afganistan’da patladı, olaylar çıktı, bunca insan öldü?” sorusunu da Nesrin kendi yanıtlıyor: “Çünkü her Afgan yaralı. Yaraları sarılmadı. Ölülerinin yasını bile tutamadı. Bellek yok olunca, akıllarda , yüreklerde barış diye bir imge kalmadı. Barış düşüncesi silindi. “
Peki ne yapmalı? Umut nerede?
“Yapılacak çok iş var İnsanlar çok umutlu ama çok yorgun ve yapılacak çok iş var… Umudu pratik yaşama dönüştüremiyorlar. O nedenle çok çalışmalıyız. Ve yaraları sararken, barışı , güvenliği önce her bireyin aklına yerleştirmeliyiz. ”
Tanrım ne çok duydum bu sözleri Afganistan’da!
Seçimleri beklerken
Önümüzdeki 13 Eylül’de Parlamento seçimleri var. Ülke harıl harıl bu seçime hazırlanıyor. Kabil günlerimde, hükümetin iki bakanıyla görüşme olanağı bulabildim. Biri Kadın İşleri Bakanıydı, öteki İçişleri Bakanı Ali Ahmet Celali…
Ahmet Celali, bana güzel güzel emniyet güçlerini nasıl yeniden kurduklarını , her polis birimine insan hakları ve kadın hakları uzmanı yerleştirdiklerini anlatıyordu ki, birden durdu, “En zoru, yeniden yapılanma çok zaman alacak” dedi.
İçişleri Bakanı, ekonomik, politik toplumsal yapılanmanın çok yönlü kargaşasına , yasadışı silahlı gruplarla uyuşturucu kaçakçılığının iç içeliğine dikkati çekiyor ; eğitimsizliğin , kapasite yoksunluğunun önemini vurguluyordu. Derken “Siz söyleyin, resmi görevlinin aylık maaşı 40 dolar olursa, yozlaşmanın önüne nasıl geçilir, nasıl düze çıkılır?” diye sormaktan kendini alamadı.
Kabil o günlerde en çok kaçırma olaylarını ve özellikle Clementina Cantoni’nin kaçırılmasını konuşuyordu. “Bunları teröre bağlamamak gerek, bunlar adi suçlar, fidye peşinde koşanlar. Bu tür çeteler karşısında bizim durumumuz, birçok öteki ülkeden daha iyi. Adi suçluların kaçırdığı herkesi kurtardık. Göreceksiniz İtalyan Bayanı da kurtaracağız. “
Söylediği doğru çıktı.
Karzai Hükümeti, Kabil dışına egemen olabiliyor, sözünü, gücünü tüm ülkeye geçirebiliyor muydu? Sormam boşuna değildi, en çok bu eleştiri vardı.
Yanıt kısa geldi ve konu değişti: “Bence merkezi hükümet her yere ulaşıyor ve elbet Kabil dışındaki durumu da denetleyebiliyoruz… Güneyde çok sayıda çocuk kaçırma olayı var. Geçen yıl yalnız güney sınırında 200 çocuk kaçırma olayına el koyduk.”
Önce İçişleri Bakanından sonra başkalarından duydum. Organ naklinden tutun , cinsel tacize, yalnız kız değil erkek çocukların da kaçırılması yaygındı Afganistan’ın güneyinde…
Parlamento seçimlerinden umutlu muydu?
“Dilerim, parlamento seçimleri yapıcı olur, engelleyici değil. Hükümete yönelik eleştirilerin olumlu yönde gelişmesi önemli. Aksi halde parlamento sorun da olabilir, yeniden yapılanmayı durdurma aracı da olabilir… Sorunuza gelince, cok dikkatli, tetikte durarak, umutluyum diyeyim…”
İçişleri Bakanı bir gazeteciye böyle diyorsa, gerisini siz düşünün…
Umut nerede?
Sanki Kabil sokaklarına düşmüş, elimde fener, umut parçacıkları, umuda dair bir ipucu arıyordum…
“Sokaktaki adam”, neyse ki İçişleri Bakanından daha umutluydu. Kime sorsam “gelecekten umutluyuz” deyip, bir süre düşündükten sonra ekliyorlardı: “Bu yaşadıklarımızdan daha kötüsünü yaşayamayız…”
Kimi , “Bak, havalar bile bizden yana , artık her şey düzelecek,” dedi… Yedi yıl süren kuraklıktan sonra, bu kış görülmemiş bir kar ve yağmur yağmıştı. Mayıs sonuydu ve çevre dağlar hala karla kaplıydı… Karga Barajı suyla doluydu… Ve kenti salına salına geçen Kabil Nehri yatağında ilk kez su vardı. Çamurlu akan bir su, ama olsun akıyordu ya…
Kimi ise umudu eğitime bağladı. “Birkaç kuşak yitirdik ama şimdi okullar kuruluyor Çocuklarımızı yeniden okula yollamaya başladık, elbet bunun devamı gelecek” dedi… Ah, o çocuklar okula gidip gelirken bir de kaçırılma korkusu olmasa…
Meryem Aslan, sekiz yıldır Orta Asya’ya, özellikle Afganistan’a bağış yapan kuruluşları destekleyen, denetleyen Hollanda’daki bir kuruluşta çalışıyordu. 1997-2002 arasında bütün bölgeyi dolaştı Ülke temsilcisi olarak Kabil’e yollandığında geri dönmeyecek , 2004’de BM’ye geçecekti. Halen Birleşmiş Milletler UNIFEM ( Kadınlar için Kalkınma Fonu) Program Müdürü …
“Tünelin ucunda bir ışık gördüğüm için kaldım,” tümcesi beni yüreğimden yakalıyor. Taliban döneminde güvenlik sorunu olmadığını , ülkeyi boydan boya dolaştığını , herkesin korkudan tüm yasaklara uyduğunu söylüyor.
“ Ama elbet Müslüman olduğumu söylemiyordum. Gizlemek zorundaydım. Aksi halde yalnız sokağa çıkamazdım… O dönem, Kabil hayalet şehirdi. Bomboş, duragan, karanlık bir ölü şehir… Şimdi hareket var, pazarlar var, dükkanlar açılıp kapanıyor, trafik yoğun, hareketlilik var. İnsanlar bir şeyler yapmaya çalışıyor… “
Şeriat ve Gelenek Kıskacı:
Meryem Aslan’dan UNİFEM’deki çalışmalarını dinledikçe, son otuz yılın en ağır faturasının yine kadınlara çıktığını , çıkarıldığını anlıyorum.
Tamam şimdilik, güvenlik yok, orduya, polise, mahkemeye güven yok , elektrik yok, su yok, para yok ama bütün bu yoklar karşısında kadınlardan sonsuz beklentiler var. En başta da gelenekleri ve geleneksel rollerini sürdürmesi bekleniyor. Ortalama 7-8 çocuk doğuracak, onlara ve aileye bakacak, yedirecek, içirecek, doyuracak, yetiştirecek, eğitecek ve gelenekleri bir sonraki kuşaklara taşıyacak…
“Adalet reformunu gerçekleştirmeye çalışıyoruz. “ diyor Meryem. “ Yeni Anayasa çok ilerici. Cinsiyet, din, dil, etnik eşitliğini, tüm insan haklarını içeriyor…”
Ama gelin görün ki, aynı anayasanın 3. maddesi ‘Hiçbir yasa, Şeriat’ın, İslam kanunlarının üzerinde değildir’ dediği için orada herkes yutkunmaya başlıyor…
“ İdeal olarak şeriat kanunlarıyla uluslararası evrensel kanunlar çelişmez diyorlar ama uygulamada böyle bir şey imkansız. Biz 30 Arap ülkesinde çalıştık. Her seferinde Medeni Kanunu, Ceza Kanununu şeriattan geri çekmeye çalıştık. Burada da aynı şeyi yapmaya çalışacağız. Parlamento seçimlerinden sonra ilk iş tüm yasalar tartışmaya açılacak… Buradaki trajedi, burada İslamı bilen, şeriatı bilen yok!”
UNİFEM’in başka bir çalışma alanı: “ Geleneksel Kanunlar”…
“Bugün burada her çatışmalı olay, mahkemeye değil, Loya Jirga’ya, Halk Meclisi’ne gidiyor. Toprak işgali, tarla kavgası, hırsızlık, cinayet, vb… Ve tümünü çözmek için , davalı, davacıya bir kadın, bir kız veriyor, iş çözülüyor. Mal karşılığı, toprak karşılığı, borç karşılığı, kadın vererek ödeniyor. Biz bu tür olayların mahkemeye intikal etmesine çalışıyor, Jirga ile adalet mekanizmasını bir araya getirip arabuluculuk yapmaya çalışıyoruz. “
Kendi ülkemdeki namus cinayetlerini, “berdel” adetini, kızların alınıp satıldığını bilmez değilim. Ancak yine de Afganistan’daki bu sistematik uygulamayı dehşet içinde dinliyorum.
Meryem, hükümetle işbirliği içinde “Kadın İçin Ulusal Eylem Planı” hazırladıklarını ve bunu parlamento seçimlerinden sonra , hükümet programına entegre edeceklerini belirtiyor.
Kızların üçte ikisinin okula gitmediği , kadınların yoksulluk sınırının altında yaşadığı, 9 yaşındaki kızların 50- 60 yaşındaki erkeklere satılmasının yaygın olduğu ülkede, elbet kadına karşı şiddet de çok yaygın.
Kadınlardan dinlediğim korkutucu olaylar bir yana, Afgan Bağımsız İnsan Hakları Komisyonu yetkilisi Ahmet Ziya Langari anlatıyor ülkenin en batısında Herat bölgesinde son iki yıl içinde 85 kadının kendini yakarak öldürdüğünü…
Evet, Afganistan’da böyle bir komisyon var… 2001’de Bonn Anlaşmasıyla kurulmuş… Önceleri hükümet onlara “düşman” gözüyle bakmış.
“İçişleri Bakanlığı bize karşıydı, insan hakları sözüne bile şaşırdılar, hiç alışmamışlar bu konulara… Şimdi uzlaşma önerilerimizi, işkence raporlarımızı, araştırmalarımızı dikkate alıyorlar. Bize ihtiyaçları olduğunu anladılar” diyor Ziya Langari…
Ancak komisyonun işi çok zor. Savaşta doğmuş, dağda ve çatışmalarda büyümüş , hiç eğitim görmemiş, yalnız şiddetle beslenmiş gençlerden oluşan bir toplumda , insan haklarının a, b, c’ sini savunmak bile çok güç.
General Aziza:
Herkes ona tek sözcükle “General” diye hitap ediyor. Adını kullanan yok. Adı Aziza Nazari. Müthiş bakımlı, makiyajlı , takılarını eksik etmeyen bir kadın… İçişleri Bakanlığına bağlı insan hakları temsilcisi. İki yıldır bu görevde. Kabil Polis Akademisinden 1969’da mezun olmuş. Taliban öncesinde gümrük, kaçakçılık şubelerinde ve cezaevlerinde çalışmış. Taliban döneminde çalışamamış.
O dönemi nefretle anıyor . “O lanet burka yüzünden gözlerim hastalandı, hala etkisi sürüyor… Zaten tüm Afgan halkı hasta onlar yüzünden “ diyor.
Herat’ta kendini yakan 85 kadını soruyorum… “Bizde eskiden böyle şey olmazdı. İran’dan geçti. “ diyor. “Artık kadın erkek eşitliği var diyorlar. Ama bizde bir kadın asla karakola gidemez, şikayette bulunamaz… İşte ben bunun için buradayım”.
General’in amacı, Kabil dışındaki tüm emniyet şubelerine de cinsiyet ayırımcılığına karşı çıkacak kadın eleman yerleştirmek. Çünkü hapishaneler dolu. Çünkü evden kaçan kadını bile Devlet hapishaneye sokuyor. Yanlış anlaşılmasın, cezalandırmak için değil, koruyabilmek için … Çünkü bir zamanlar her savaş ağası, kendi özel hapishanesini kurup dilediğini oraya tıkmış. Şimdi bütün bunları yeniden düzene sokmak gerek.
“Şimdi değişim zamanı. Yapacak çok iş var. “diyor General Aziza. ..
Evlenmek için…
Afgan delikanlılarla konuşurken öğrenmiştim: Evlenmek için güç ve iktidar ya da para gerekliydi. Kızın babasına beş bin dolar, düğün masrafı için üç bin dolar vermeden evlenemiyordunuz.
Türkmen kadınların fiyattı çok daha yüksek: 15 bin dolar. Neden derseniz? Çünkü onlar, maharetli parmakları ve çileli yürekleriyle iyi para eden halılar dokumakta usta olmuşlar…
Afganistan’da kız çocukların 9 yaşından sonra evlendirilmeleri “normal” karşılanırken yeni anayasa buna bir set setmeye çalışmış: Şimdi kız çocuklarının yasal evlenme yaşı 16, erkeklerinki 18… Yasa iyi de uygulama nasıl, ne siz sorun ne ben söyleyeyim…
14 Haziran 2005-Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler