Belleğimdeki Hiroşima…
06 Ağustos 2005 - Zeynep Oral -
“...Unutmak isteyip de unutamayanlar; mağlupların belleği! Yıkılanlar, itilenler, örselenenler,ezilenler, sürgün ruhlar, unutamayanlar! Oysa asıl ötekiler unutmamalı.
Herkes Her Şeyi Hatırlamalı ! (…)
Unuttuğu için mi delirir insan, unutamadığı için mi?
Bir daha asla geri dönemeyeceğiz; bir daha asla cennet bahçesine dönemeyeceğiz, masumiyete dönemeyeceğiz, Auschwitz öncesine, Hiroşima öncesine dönmeyeceğiz, Vietnam öncesine, Cezayir, Filistin, Irak öncesine dönemeyeceğiz... Maraş öncesine, 1 Mayıs '77 öncesine, 12 Eylül öncesine, Sivas öncesine, "hayata dönüş operasyonu" öncesine dönmeyeceğiz! Hepimize dışkı yedirilmemiş gibi, makadımıza cop sokulmamış gibi, kolumuzu iş makinesi koparmamış gibi yapamayız; kurşuna dizilmemişiz gibi, işkence görmemişiz gibi, gece baskınlarında götürülmüş ve bir daha geri dönmemişiz gibi yapamayız. Çocukluğumuza tecavüz edilmemiş gibi, aşklarımız ve inançlarımız elimizden sökülüp alınmamış gibi, töre cinayetlerinde öldürülmemiş, bilmem kaç kez intihara kalkışıp bilmem kaç kez çığlık çığlığa uyanmamışız gibi karabasanlardan ve defalarca boğulmamış gibi çığlığımız, gözlerimizi ayırmadan günlerce bakmamışız gibi duvara... unutamayız... televizyon karşısına geçip, sersem sersem gülüp oynayanları aynı şevk ve heyecanla seyredemeyiz hiçbir şey olmamış gibi...”
Latife Tekin’in “Unutma Bahçesi”adlı kitabından (Everest yayınları) şu üstteki satırları yeniden , yeniden okuyorum. (Keşke kitabın son bölümünü tümüyle buraya alabilsem…)
Unutmanın, unutmamanın, hatırlamanın, yeniden yeniden hatırlayarak unutuşa varmanın labirentleri arasında dolaşıyorum. Unutmanın, unutmamanın, hatırlamanın, unutuşların belleğimizdeki ve bedenimizdeki, ama belki de en önemlisi kişiliğimizdeki etkilerini ölçmeye, tartmaya çalışıyorum. Ölçüye, tartıya vurulamayacağını bile bile…
‘’Barış için” yalanı
Bugün 6 Ağustos 2005… Tam 60 yıl önceydi… 6 Ağustos 1945 günü , saat 8:15’te Hiroşima’ya atom bombası atıldı. Bugünkü nükleer silahlarla karşılaştırıldığında “küçük” sayılacak bir bombaydı. Üç gün sonra da Nagazaki’ye…
Savaşlara, saldırılara, işgallere ve bombalara isim takmayı seviyor insanoğlu: İlk bombaya “Little Boy” ( Küçük Oğlan) , ikincisine “Fat Man” Şişman Adam” adını takmıştı Amerikalılar.
“Barış için” diyorlardı. Sözüm ona, İkinci Dünya Savaşını bitirmek için , barışı sağlamak için atom bombasını atacaklardı. Oysa Almanya yenilmişti, Japonlar teslim olmaya hazırdı. Ama ne var ki “Manhattan Projesi” beş yıldır sürdürülüyordu…
“Barış için”, Hiroşima ve Nagazaki haritadan silindi. Barış için Hiroşima’da 250 bin insan, Nagazaki’de 150 bin insan yok edildi.
Barış için uranyum ve plütanyum taşıyan mantar biçimli , zehir taşıyan bulutlar… Barış için, o bulutlar insanları yaktı, kör etti, ana rahmindeki bebekleri sakat bıraktı… Barış için , o bulutu soluyanlar ve doğmamış çocukları yıllar boyunca etkilerini en acımasız biçimde yaşadı. Bunları yinelememe gerek yok , tüm ayrıntıları biliyorsunuz.
Yıllar sonra Eisenhower , bu korkunç silahları kullanmak gereksizdi açıklamasını yapacak, ve sayısız tarihçi, bu top yekun kıyımın yalnızca bir güç gösterisi ve tehdit öğesi olarak kullanıldığını vurgulayarak lanetleyecekti.
“Hiroşima’dan beter”
Aradan 60 yıl geçti… Nükleer Silah tehdidi , günümüzde hala sürüyor… Güçlünün , güç gösterileri hala sürüyor…
Aradan 60 yıl geçti, “Hiroşima”, yayınlanan anılarla, belgelerle, hakkında yazılan kitaplarla, şiirlerle, filmlerle , tiyatro eserleriyle, belleğimize bir simge olarak yerleşti.
Ben, kimi meslektaşlarım gibi Hiroşima’yı görme olanağı bulamadım. Ama Hiroşima’yı Nazım Hikmet’in, Melih Cevdet Anday, Ceyhun Atuf Kansu’nun , Dağlarca’nın şiirlerinde , Oktay Akbal’ın kitaplarında gördüm. Kız çocuklarını, çiçeğin soluğundaki saniyeleri, gümüş kanatlı dev kuşları, “Hiroşimalar Olmasın”ları onlardan öğrendim.
Marguerite Duras’nın yazdığı, Alain Resnais’nin ölümsüzleştirdiği “Hiroşima Sevgilim” filminde gördüm Hiroşima’yı. İki tutkulu insanın, bir kadınla bir erkeğin, her şeyi unutmak için , her şeyi en ufak ayrıntısına dek bir bir hatırlamalarına tanık oldum… Kurosawa’nın “Ağustosta Rapsodi” filminin yaşlılarıyla birlikte izledim Nagazaki semalarındaki açılıp kapanan o korkunç gözü…
Hiroşima’yı Bağdat’ta gördüm. İşgalden, savaştan önceydi. Bağdat Hastanesinde yatan çocuklar uranyum yüklüydü. Körfez Savaşında ABD ve İngiltere , seyreltilmiş uranyum başlıklı füzeler kullanmıştı…. Bağdatta’ki anormal bebeklerde, kanserden ölecek olan çocuklarda , başuçlarında mucize bekleyen analarda babalarda gördüm Hiroşima’ yı . Mucize değil, işgal ve yıkımdı gelecek olan…
“Ambargo döneminde, 500 bin çocuk öldü Irak’da… Hiroşima’dan beter” açıklamalarında gördüm Hiroşima’yı.
Aradan 60 yıl geçti… Nükleer Silah tehdidi , günümüzde hala sürüyor… Güç ve şiddet gösterileri hala sürüyor… Füzelerle ya da mayınlarla, tehditlerle ya da yalanlarla… Asıl görmesi gerekenler, hala hiçbir şey görmüyor…
6 Ağustos 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler