Menü

Beklan Algan...


30 Eylül 2010 - Zeynep Oral -

Tiyatromuzun filozofuydu bence. Düşünürü, aydını; ışığını genç kuşaklara taşıyan, öncüydü. Tiyatro dünyamızın en yaratıcı olanıydı...

(Ne denli karar alsam da “en” sözcüğünü hiç ama hiç kullanmamaya, olmuyor işte: Evet, en yaratıcı olanıydı.)

Yaratıcılığı, tiyatronun geleceğini hazırlamasıyla sımsıkı bağlantılıydı. Geçmişten damıtarak... Evrensel kültür, evrensel tiyatroyla köprüler kurarak... Yerel olanın derinlerine inerek... Sürekli sorgulayarak... Olmazları zorlayarak... Risk alarak... Her yaştan tiyatro sevdalısını, meraklısını, öğrenmek isteyenini sürekli eğitiyor, geliştiriyor ve onları geleceğe yöneltiyordu.

 

Tiyatronun sadece temsille sonuçlanacak bir iş olmadığını; bir süreç olduğunu, birlikte yaratma ve birlikte çalışma süreci olduğuna inanandı. Bu inancını bıkmadan usanmadan anlatan, gösteren, ortaya koyandı.

O süreçte araştırdığı, sorguladığı tiyatroyla yaşamın ilişkisiydi. Sahneyle seyircinin ilişkisiydi, tüm sanat alanlarının birbiriyle ilişkisiydi; oyuncunun yüreği, ruhu ile bedeninin ilişkisiydi; zamanla mekân ilişkisiydi...

 

Ne, neden, kimin için, ama aynı zamanda NASIL sorularına yanıt ararken bir kelebeğin kanadındaki gizilgücü keşfedecek inceliğe ama aynı zamanda sıradağları yerinden oynatacak, olanaksızı olur kılacak meraka, tutkuya, sebata, inada sahipti.

 

Muhsin Ertuğrul’un “çocukları” ndan biriydi. En sevgili çocuğu... Muhsin Hoca’nın vasiyetini, hep ama hep araştırarak, sorgulayarak, kalıpları kırarak, sınırları yok ederek eğitici ve öğretici kişiliğini sonsuza dek taşıyarak sürdürdü.

 

Onda biraz Hamlet’lik vardı: “Var olmak ya da olmamak” arasında gidip gelirken sonuçta hep var olmayı seçti. “Zalim kaderin yumruklarına katlandı”; “Diretip, bela denizlerine karşı dur, yeter” demeyi bildi... Ne hocasıyla birlikte tiyatrodan çekip gitmek, ne 12 Eylül faşist yönetiminin onu tiyatrodan kovması ne de yıkımlar, yokluklar, yozluklar, onurlu yürüyüşünü durduramadı... Rüya görmekten, düşlemekten hiç ama hiç korkmadı...

Beklan’ca iki öykü...

Dün Beklan için yapılan törende anlatmak istediğim öyküyü duygu yoğunluğundan anlatamadım. Sizlerle paylaşıyorum:

Dünyaya güleryüzle bakan Beklan Algan, müthiş alçakgönüllü, hırstan arınmış, “şövalye” karakterli bir insandı. Bilge bir derviş yanı vardı. Çevreye sonsuz saygılı ama kendisiyle müthiş dalga geçerdi.

Hani çooook uzun prova yapıyor diye onu eleştirenler var ya... İşte oradan hareketle ağızdan ağıza dolaşan fıkra:

“İdam mahkûmuna, ‘son isteğin nedir?’ diye sormuşlar... Adam düşünmüş taşınmış, ‘Beklan Algan’ın sahneye koyduğu Faust’u izlemek demiş...”

Hiç kuşkum yok, bu fıkrayı Beklan kendi uydurdu...

 

İkinci öykü, Beklan Algan’ın anlatmayı en çok sevdiği öykü... (Dün törende bana anımsatan Cemal Ünlü ’ye teşekkürlerimle):

Bir çocuk denize taş atıyor, taşları kaydırmaya çalışıyor... Çocuğa yaklaşan adam, “Bak şu açıdan atarsan...” diye başlayıp; taşı daha çok nasıl sektireceğini anlatıyor. Çocuk dinliyor, dinliyor, “Ben taşı daha çok sektirmek istemiyorum ki!” diyor. Adam şaşırıyor: “Ya ne istiyorsun?”

Çocuk yanıtlıyor: “Taşı attığımda acaba suda daireler değil de dört köşe dalgalar olur mu diye bakıyorum...”

İşte Beklan Algan, böyle bir bilge çocuktu.

Cumhuriyet - 30 Eylül 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.