Bekir Coşkun... Oktay Ekşi... Sıradan Faşizm...
04 Kasım 2010 - Zeynep Oral -
Dün sabah Bekir Coşkun'un "Onuncu Köy" köşesini okurken gözlerim yaşardı. Alçakgönüllülüğüne, okura saygısına bir kez daha hayran oldum. Kendi deyişiyle "tedirgin, şaşkın, eğreti, ürkek, kapının eşiğinde durup" camı tıkırdatmasına "izin verirseniz, ben geldim" deyişine gülümsedim... İçimi sevinç kapladı, bize geldi diye... O gülümsememi İlhan Selçuk yakaladı, çoğalttı, çoğalttı, çoğalttı... İlhan Ağbi'nin sevinciyle benimki buluştu. Ve işte o andan sonra gözyaşlarımı tutamadım...
Gençler belki ne dediğimi anlayamaz... Aynen böyle... Ben, çok sevinince de gözleri yaşaran bir kuşaktanım... Biz mutlu olunca da ağlarız...
Sıradan faşizm
Bir solukta, nefes nefese okudum Mustafa Balbay'ın "Silivri Toplama Kampı: Zulümhane" adlı kitabını (Cumhuriyet Kitapları)... Onu da gözlerim yaşararak okudum...
Ancak gözlerimin yaşarması, duyduğum acıdan çok, içimde büyüyen öfkeden, bir türlü önleyemediğim isyan duygusundan!
Kitabın ilk bölümü (İddianame ve iddianamenin düşündürdükleri) adeta İonesco'nun, Alfred Jerry gibi yazarların "absürd (saçma) tiyatro" örneği eserlerine taş çıkartacak nitelikte! İkinci bölümde Mustafa Balbay'ın suçlamalara yanıtlarını okurken, dava sürecindeki durumlar ve sorular, Silivri toplama kampındaki koşullar ve yasaklar, bana Kafka'nın karabasanlarını aratır oldu!
Kitabın son bölümünü (Silivri Hapishanesinde Yaşam) ise sanki bir Charlie Chaplin'in Şarlo filmini izler gibi okudum...
Mizah duygusu hiç eksilmeyen, umudunu ve gücünü hiç yitirmeyen sözcüklerin ustası Mustafa Balbay bu kitabıyla eşsiz bir belge bırakıyor geleceğe.
Sıradan faşizmin belgesini...
Kurbanlar çoğalırken
Oktay Ekşi'nin kellesi istendi. Gazetesi de o kelleyi verdi...
Oktay Ekşi'nin istifa etmek zorunda bırakılması, bence ülkenin nasıl yönetildiğini gösteren ibret verici bir ders...
Bu ülkenin Başbakan'ı vatandaşa "Ananı al da git" diye küfrederken ve bu ne ilk ne de son küfrü değilken... Başbakan'ın her fırsatta kadınları horlayan, aşağılayan, ayrımcı bir dil kullandığı ortadayken... "Düşman" saydıklarına sövüp sayan, kendi yandaşlarını baş tacı ederken... Meclis Başkanı basın toplantısında, gazeteciye "Şeyini şey ettiğimin şeyi" diye haykırabilirken... Bu insanların, vazgeçtim özür dilemelerinden, ağızlarından çıkanı kulakları duymazken... Kendilerine yönelik her eleştiriye savaş açarlarken... Tehdit ve baskı uygulamalarıyla tüm medyayı "hizaya sokmaya" çalışırlarken...
Bunlar olurken Oktay Bey'in yanlışını kabul edip özür dilediği halde kurban edilmesine öfke duyuyorum....
Ancak beni daha da öfkelendiren vur abalıya diye meslektaşların giriştiği birbirini karalama, lekeleme, birbirini aşağı çekme çabası... Biliyorsunuz değil mi: Cehennemde kaynayan kazanların başında zangoçlar, çıkmak isteyeni gerisin geriye kazanın dibine yolluyorlarmış... Ancak bir kazanın başında zangoç, nöbetçi yok. Yeni gelen "Neden" diye sormuş.
Yanıt şöyle: Orası Türklerin bölümü. Nasılsa onlar birbirlerini kazanın dibine çeker...
Kurbanlar çoğalırken sıradan faşizm yerleştikten sonra benim sorduğum soruya bakın:
Gözlerimiz, gözleriniz neden yaşarır?
Cumhuriyet - 4 Kasım 2010
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler