Batı’yı Önyargılardan Arındırma …
29 Ocak 2005 - Zeynep Oral -
Londra’da Kraliyet Sanat Akademisinde açılan “Türkler – Bin yıllık Yolculuk 600-1600” Sergisinin heyecanını coşkusunu geçen hafta sizlerle paylaşmıştım. Bir haftadır, yalnız benim içimdeki değil, tüm İngiliz basınında da “Türkler”e ilişkin fırtına dinmek bilmedi.
Evet sergi çok büyük bir ilgi görüyor. Ama arada aykırı sesler çıkmıyor da değil. Bu aykırı seslere ve olumsuz eleştirilere geçmeden önce birkaç gözlem ve somut bilgi vermek istiyorum:
Büyük ilgi
Londra’dan ayrılmadan önce , sıradan bir günde sergiyi yeniden ziyarete gittiğimde, gişenin önündeki kuyruğun yapının dışına taştığını, Royal Academy of Arts’ın ön avlusunu doldurduğunu görecektim. Bu giriş kuyruğunun büyük bir bölümü Kurban Bayramı olduğu halde, sanılanın aksine Türklerden değil, İngilizlerden oluşuyordu. Millet , çoluğu çocuğuyla gelmişti.
Müthiş kıskandığım bir ayrıntı: Sergiyi izlerken açıklamaları dinleyebileceğiniz kulaklıklar yalnız yetişkinler için değil, özel olarak çocuklar için de hazırlanmıştı. İtiraf edeyim ki, çocuklarınkini de dinledim. Çünkü bin yıllık serüven, bir çocuğun meraklı sorularına verilen yanıtlarla tam bir define adası ya da uzay macerası havasında veriliyordu.
Serginin, büyük format, 500 sayfalık , tümü renkli ve lüks baskı (neredeyse 3 kilo ağırlığındaki) muhteşem katalogu 20 bin adet basılmış ve ilk haftanın sonunda tükenmişti. Şimdi ikinci baskısı yapılıyordu. (İlgilenenler, bu katalogu www.royalacademy.org.uk sitesinden ısmarlayabiliyor. Ciltsizi yaklaşık 50 milyon, ciltlisi yaklaşık 90 milyon liraya satılıyor)
Katalogun editörü , aynı zamanda sergi küratörlerinden biri olan Harvard Üniversitesi İslam Sanatları Profesörü David Roxburgh, bir ara sohbet sırasında şöyle diyordu: “Bu serginin benim için en ilginç yanlarından biri, izleyiciyi de öğrenmeye, araştırmaya zorlaması; izleyicilerden de bir çaba gerektirmesi. Bilmedikleri ve anlamakta güçlük çekecekleri bir tarih ve coğrafya sunuyoruz onlara…”
İzleyiciden çaba
Doğrusu ilk anda bu sözlere pek bir anlam verememiştim.
İlkokul sıralarından beri Türklerin Orta Asya’dan geldiklerini bilen, kırmızı oklarla göçlerini gösteren haritaları hala gözünün önünde taşıyan, Çin, Moğol, İran ve Araplarla ilişkilerini tarih dersleri boyunca ezberlemiş olan benim için serginin anlaşılmayacak bir yanı yoktu…
Kısa bir süre önce çıktığım Tibet ve Sincan yolculuğunda, Turfan’da ve Dunhuang Mağaralarında gördüğüm rengarenk duvar resimlerinde Çinlileri, Moğolları, Türkleri farklı giysilerinden ve yüz hatlarından ayırt edebilmeyi öğrenmiş, Uygur Türklerinin Manihizm, Şamanizm, Budizm, Nestorian Hristanlığı gibi birçok dini benimsediklerini yontularda görmüş, Kaşgarlı Mahmut’un türbesinde , el yazması kitaplara hayran kalmıştım. Şimdi Londra’daki “Türkler” sergisi benim için sanki bu yolculuğun bir devamıydı…
Günler geçip, “Türkler” sergisiyle ilgili İngiliz basınında çıkan sayfa sayfa eleştirileri okudukça David Roxburgh’un sözlerinin önemini daha iyi anladım. Yalnız sıradan izleyicilerin değil, kimi sanat eleştirmenlerinin de çaba harcamaları gerektiğine inandım.
Bilgisizlik mi kötü niyet mi?
Hemen belirteyim, İngiliz basını bu sergiye kimsenin tahmin edemeyeceği kadar geniş yer ayırdı ve hala ayırıyor. Belli başlı gazetelerde, BBC yayınlarında çıkan eleştirilerin çok büyük bir bölümü saygı ve hayranlık dile getiren, öğretici, övgü dolu yazılar. Kimi gazeteler, Pazar eklerini, seyahat eklerini tümüyle sergiye ve Türkiye’ye ayırdı. Bunlar Türk basınına da yansıdı. Ancak aykırı sesler yok değildi. Kimi cehaletten , kimi kötü niyetten kaynaklanıyordu. Ve bunları Türk medyası yok saydı.
Örneğin “The Observer” gazetesinde, Laura Cumming imzalı, koskoca bir sayfayı kaplayan yazıda, uzun uzun Çin porselenleri, İran minyatürleri, Irak kuranı kerimleri, Hint resimleri, Moğol bakırlarını anlattıktan sonra , bu sergiye “Türkler” adını vermenin yanlışlığına dikkati çekiyor ve “Sergiyi gezmenin bir yolu, Türkleri, Türkiye’yi ve Türklüğe ait her şeyi unutmak” diyor. (En iyi yolu dememiş ama onu demek istiyor.) Yazar, Uygurlara, Selçuk’lara , kim kimi yendiğine, ve bu objeleri kimin yaptığına pek kafamızı takmamamızı, onların yalnızca güzelliğiyle ilgilenmemizi öneriyor. Oysa, hatun bir zahmet en azından “çok sıkıcı” diye nitelediği katalogu inceleseydi bir Çin porseleninin Türklerin elinde nasıl değerli taşlarla bezenip farklılaştığını, Ming Hanedanına ait bir maşrapanın formunun nereden kaynaklandığını görebilir , bu ikili etkileşimi ve ilişkiyi kavrayabilirdi. Laura Cumming, yazısını, tüm olumsuz eleştirilerine karşın, sırf Siyah kalem eserleri için, yine de okurlarına sergiyi mutlak görün diye bitiriyor.
İngiliz basınını okurken, anladım ki, çoğu yazar için Türklerin Güzel Sanatlarla ilişkisi Osmanlı dönemiyle başlıyor. Ve Türk eşittir Müslüman … Ondan öncesini hiç bilmiyorlar.
Örneğin “Sunday Times”’da Waldemar Januszcak, Topkapı Sarayı Müzesi’nden daha çok eser görememenin düş kırıklığını anlatırken, AB eşiğindeki Türkiye’nin ansızın Osmanlı öncesini de benimseyerek , çok kültürlülük yolunda bir “propaganda sergisi” tercihi yaptığını vurguluyor. Selçuk kilimlerindeki geometrik şekillere, kaftanlardaki minimalist tasarıma hayranlığını belirtirken, “günümüz İslam’ında resmin , müziğin, dansın hatta insan sevincinin yasaklandığını” anımsatmaktan , Buda heykellerini yıkan Taliban taraftarlarını anmaktan geri kalmıyor. Ancak , “Bizim Avrupa Ortaçağ sanatı, tam da ortacağlıyken, Türklerin yaratıcılığı gözkamaştırıcı, akıllı ve şaşırtıcı biçimde modern” demekten de kendini alamıyor.
İyidir , aykırı seslerin de çıkması bence. Tartışmayı körükler, merakı kamcılar, tartışmayı sürdürür… Aykırı sesler bile, bu serginin önemini vurguluyor. Unutmayalım ki, aynı günlerde İngiliz gazetelerinde yaygın biçimde yer alan bir başka konu , Müslümanların İngiltere sokaklarında gördükleri afiş ve ilanlarda (iç çamaşırı ya da film ilanlarında) kadınların bacaklarını , göğüslerini, boyunlarını siyah boyayla örttüklerine ilişkin haberlerdi.
Batı’yı önyargılardan, Müslüman’ları gerilikten, yobazlıktan arındırmak için daha çooook, çok çaba gerekiyor…
29 Ocak 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler