Barcelona’da zirveden sokaklara…
03 Aralık 2005 - Zeynep Oral -
Barcelona kıpır kıpırdı…Ah evet, “Avrupa – Akdeniz Ortaklığı”nın onuncu yılında, “Barcelona Zirvesi” öncesinde medya toplantısına davet edilince , soluğu Barcelona’da almış, zirveyi de izlemiştim ama aklım fikrim kente damgasını vurmuş Katalan sanatçılardaydı…
Kimine göre “deli”, kimine göre “dahi”, mimar Gaudi’nin dalgalanan duvarları ve rengarenk mozaik kırıntıları, ortalığa saçılmış, zirveyi izleyen 300 gazeteciyi baştan çıkarmaya hazırdı… Pıcasso’nun boğaları , “terörist” tanımı üzerine bir türlü anlaşamayan, yasa dışı göçe engel olamayan, kaşıkla yedirip, sapıyla geri alan politikacılar gibi burnundan soluyordu…. Miro’nun uçuşan çizgileri, renkleri ve figürleri, sanki daha güzel, daha eşit, daha adil bir dünya umudunu her daim canlı tutuyordu… Salvador Dali’nin gerçeküstücülüğü , “Barcelona Zirvesi”nde bir kez daha tüm çıplaklığıyla ortaya konan Kuzey-Güney çelişkilerinin yanında adeta gerçekçi kalıyordu…
Kongre Salonundaki politik tartışmalar, politikacıların, başbakanların , bakanların demeçleriyle, hepsi de Katalan olan bu sanatçıların yaratıcı gücü arasında gidip geliyordum. Ah keşke o yaratıcı güçten , politikacılar da bir nebze pay alabilselerdi demekten kendimi ala koyamıyordum…
Ama önce güzel bir haber:
Anna Lindh Vakfı Ödülü İKSV’ye
Avrupa ülkeleriyle Akdeniz’in Kuzeyindeki ve Güneyindeki ülkeler arasındaki uçurumu gidermek / azaltmak , işbirliği ve ittifakı sağlamak amacıyla on yıl önce başlatılan “Barcelona Süreci”nde, yalnız hükümetler değil, kentler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, üniversiteler , medya ve bir çok kuruluş da devreye sokulmuştu.
AB üyesi 25 ülke ve Akdeniz’e kıyısı olan 10 ülke toplam 35 ülke arasındaki “ortaklık” için politik, ekonomik ve kültürel açılımlara başvuruluyordu…
Geçen yıl İskenderiye’de kurulan, “Kültürlerarası Diyalogu” hedefleyen Anna Lindh Vakfı, bu otuz beş ülkenin işbirliğiyle sürdürülüyor. Farklı toplumları ve kültürleri tanıtmayı, anlamayı, farklılıklarla zenginleşmeyi öneriyor. Bu yolda başarılı olan kişi ya da kurumu ödüllendiriyor.
Bu yıl Anna Lindh Vakfı Ödülü İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’na verildi. Doğrusu yalnız İstanbul Festivalleri ve İstanbul Biyenalini değil, Vakfın çeşitli yabancı ülkelerle gerçekleştirdiği ortak yapımları, yurtdışı konser ve temsilleri, dev sergilere katkılarını düşününce bu sonuca hiç şaşmadım… Barcelona’da İKSV adına ödülü alan Kurumsal İletişim Yöneticisi Nilgün Mirze’nin heyecanına ve sevincine, kendiminkileri da kattım.
Zirveden Sokağa
Kongre merkezinde , “terör” tanımı üzerinde bir türlü anlaşmaya varamayan ülkeler, (tartışma, “işgal güçlerine direnmek terör mü, değil mi”den çıkmıştı.) “Barcelona Zirvesi” sonunda “teröre karşı birlikte savaşma , sürekli işbirliği yapma ve bu yolda sürekli iletişim ve ilişkide olma” kararı aldı ya…
İşte “işbirliği , iletişim , ilişki” sözcüklerini kafamda evire çevire kongre salonlarından sokağa çıktığımda, kendimi “Katalan sanatçıların en Katalan olanı” diye de bilinen Gaudi’nin izini sürerken buldum.
Antonio Gaudi (1852-1926) : Mimar, ressam, heykeltıraş, teknisyen, yapı ustası… Ama bunların yanı sıra, belki bunlardan da çok, bir filozof….
Hayır, sadece felsefe eğitimi almış olduğu için söylemiyorum bunu. Mimariyle insanı, mimariyle kamu arasında muhteşem bir ilişki ve iletişim kurduğu için söylüyorum. Mimariyle, Barcelona’daki güncel yaşamı, toplumsal yaşamı biçimlendirdiği için söylüyorum.
Geçmişin biçimlerini tekrarlamayı reddeden, döneme egemen olan “Art Nouveau” akımının çok ötesine geçen, dört duvarı ve köşeleri yıkmaya çalışan, boşluğu şekillendiren, ilhamını değilse de modelini hep doğadan alan Gaudi, hemen hemen tüm eserlerini Barcelona’da yarattı.
Gaudi’nin dehası
Burada Gaudi’nin eserlerini tek tek tanıtmama olanak yok. Ortak noktaları belki de Gaudi’nin şu sözlerinde aramak gerek: “Yeryüzüne , henüz doğadan daha usta bir mimar gelmedi!”
Kimine göre onun “çılgınlığını” tanımlayan bu sözler, benim için Gaudi’nin dehasını oluşturuyor. (Yaşamı çelişkilerle dolu. Yoksul bir aileden gelip, Barcelona’nın efsanevi, milli kahramanına dönüştü, kendini mesleğine adadığından hiç evlenmedi ve tramvay altında kalıp öldü.)
Gerçekleştirdiği villalarda, köşklerde, apartmanlarda, sitelerde olsun, Güel Parkı’ndan ya da inşaatı bir asırdır sürmekte olan “La Sagrada Familia” (Kutsal Aile) katedralinde olsun, tümünde kent dokusuyla, doğanın uyumunu kolladı. Biçim- geometry- mekan- alan- yapı- malzeme – detay onun için bir bütündü. Mimariye, resmi, heykeli, el zanaatlarını harmanladı. Felsefe ve doğa bilimlerine merakını mimarinin hizmetine sunatak geleceğin mimarisini yarattı.
“La Sagrada Famillia” Katedralinin ağaçları andıran sütunlarının arasından geçip, kulelerin en tepesine çıktığımda, gün batıyordu. Barcelona denize uzanmıştı. Orada, deniz kıyısında başka bir çağdaş ünlü mimarın, Frank Gehry’nin, yaptığı kocaman balık heykeli Kongre Merkez’ine bakıyordu.
Aklıma “Barcelona Zirvesi”nde gazetecilerin dilinden düşmeyen yorum geldi:
“ Amerika Birleşik Devletleri, ‘kurtarmak’ ya da ‘demokrasi getirmek’ istediği ülkeyi, önce işgal eder… Avrupa Birliği ise bu zirveyle daha uygar bir yol deniyor… “
Her yerde büyük balıklar, küçük balıkları yiyordu… Brecht’i andım: Küçük balıklar bilebilseydi eğer… Birleşip , direnebilseydi eğer…
3 Aralık 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler