Ataman’ın “Küba Libre”si…
02 Nisan 2005 - Zeynep Oral -
Her şeyden önce, kaç gündür boğazımı sıkan , aklıma her gelişte yutkunmamı, soluk almamı önleyen şu pençelerden kurtulmalı, şu boğulma duygusunu sizlerle paylaşmalıyım…
Belki izlediniz: adını bile ağzıma almak istemediğim Mehmet Ali Ağca’nın cezaevinde nişanlanması ya da nişanlanma niyeti üzerine yazılı basında olsun, televizyonlarda olsun , gazeteciler kolları sıvadı, haberler, röportajlar, magazin yazıları gırla gidiyor… Bu işi üstlenmiş olanlar, meslektaşlar, gazeteciler! Ama nedense hiç birinin aklına gelmiyor ki, bu ülkenin en değerli insanlarından biri, eşsiz nitelikli, gerçek gazeteci Abdi İpekçi, bu herifin silahından çıkan kurşunlarla katledildi! Varsa yoksa “Mesihlik”, çiçek mi, yüzük mü yolladı, nişanlının türban rengi!
İsyan ediyorum! Gazeteciye önce bellek gerek! Hadi diyelim Abdi İpekçi’yi bilmiyorsunuz, tanımadınız, duymadınız ya da biliyordunuz da unuttunuz; öyleyse sorun öğrenin! Ayıptır beyler, hanımlar! Biraz saygı! Abdi İpekçi’ye, ailesine , en azından okura saygı!
Londra’daki İstanbul
Geçen haftaya dönüyorum…
“Türkiye’de Tiyatro” konferansı için gittiğim Londra’da ilk iş “Time Out” dergisini aldım. Akşamlar kolay, göreceğim oyunları biliyorum ama gündüzler için sergileri taramalıyım. Seçim yapmanın yolu “Eleştirmenlerin Seçtikleri” sayfasını açmak. Ve orada gördüm . Sanat eleştirmenleri Kutluğu Ataman’ın “Küba Libre” başlıklı sergisini öneriyorlardı.
Doğrusu bu başlık önce bana pek olumlu çağrışım yapmadı. Çünkü “Küba Libre” sanılanın aksine “Özgür Küba” kadar, Küba’nın enfes rom içkisine, Amerikalıların Kola katıp içtikleri ve ABD’deki içki kaçakçılığı yıllarında Bacardi ailesine bol bol gelir sağlayan içkinin de adıydı… Ancak Kutluğu Ataman’ın daha önceki işlerini , çalışmalarını izlemiş olduğumdan, bu başlığın gerisinde kolalı içkiyi değil, bir başkaldırının, direnişin simgesinin, çok özel ve tek olma durumunun yattığını tahmin edebiliyordum.
Sergi 21 Mart’ta açılmıştı ve 7 Mayıs’a dek sürecekti. “Küba Libre” eseriyle Kutluğu Ataman birkaç ay önce ABD’nin en önemli ödüllerinden olan Carnegie Ödülünü kazanmıştı. Ancak başarıları bu ödülle sınırlı değil. Kısaca anımsatayım: “Semiha Berksoy: Unplugged” filmi dünyanın gösterildiği her ülkede; “Peruk Takan Kadınlar” adlı filmi başta Venedik Biyenali olmak üzere uluslar arası bir çok platformda ayakta alkışlandı. Yine geçen yıl dünyanın en önemli ödüllerinden olan Turner Ödülü’ne, Londra’daki Tate Müzesi'ndeki “Veronica Read'ın Dört Mevsimi” ve Serpentine Galerisi'ndeki “Ruhuma Asla” sergileriyle aday gösterildi. “Ruhuma Asla” çalışması, New York Modern Sanat Müzesi’nin (MOMA ) daimi koleksiyonuna alındı.
Artık Sergiyi görelim:
Londra’nın göbeğinde (New Oxfort Street) artık kullanılmayan, eski bir posta dağıtım binası… Dev bir hangarı andırıyor. Dört beş kat merdiven tırmanıp son kata ulaştığınızda “terk edilmişliği” her yanına sinmiş , çıplak dev bir alandasınız. Bu dev alana koltuklar dizilmiş. Her koltuğun önünde bir sehpa ve üzerinde bir televizyon…
Koltukların hiç biri ötekine benzemiyor. Hepsi kullanılmış , elden düşme, ikinci üçüncü elden alınmış, aileden kalmış , sıradan koltuklar…Her evde olandan… Önlerindeki sehpa , masa, televizyonlar da öyle… Eski püsküler ama , sizi “evde” hissettiriyorlar.
Boş alana dağılmış 50 kadar koltuk ve televizyona yaklaştığınızda, her televizyonda farklı bir insan size kendi öyküsünü anlatıyor. Hepsi İstanbul’un aynı mahallesinden geliyor. Yaşadıkları yere “Küba” diyorlar. Yaşadıklarını, yaşayamadıklarını, acılarını, sevinçlerini, düşlerini, umutlarını anlatıyorlar. (İngilizce alt yazı var) Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, her biri öyle içten konuşuyor ki, sonuna dek inanıyor, anlattıklarının peşinden sürükleniyorsunuz. Ve çok geçmeden kendinizi önce bir koltuğa, sonra öteki koltuğa, sonra ötekine, sonra ötekine, sonra ötekine oturmuş, sarsıcı öykülere kapılmış buluyorsunuz. (Sergiyi izlediğim gün, doluydu, bir giren kolay kolay ayrılamıyordu. )
Küba nerede ve nedir?
Ora sakinlerinin “Küba” diye adlandırdıkları semt , İstanbul’un neresi ya da neresinde? Bilmiyorum. Önemli de değil. Dünyanın her yerinde, her megakentte böyle “Küba”lar olduğunu biliyorum. Şiddetin, uyuşturucunun, ama aynı zamanda yokluğun, yoksulluğun kol gezdiği, yasaların pek uzanmadığı, adaletin tokadını yemiş, haksızlığını yaşamış insanların kendi kurallarını koyduğu bir yer...
“Küba” aynı zamanda bir sığınak.. “Öteki”lerin , toplumdan dışlanmışların barınabildiği bir sığınak… Kurulu düzene direnebilen, başkaldıran bir sığınak … Böylece “özgür” yaşanabilen bir yer…
Kimi konuşmaları dinledikçe, içimden “Belki de Küba yalnızca bir düş” demekten kendimi alamıyorum. Çünkü orada her yaşayan “Küba”yı farklı bir biçimde dile getiriyor. Kimileri gerçek Küba’ya bile atıfta bulunuyor.
Kutluğ Ataman, açıklamalarında artık kaybolmaya yüz tutmuş bu semtte yaklaşık üç yıl boyunca mahalle sakinleriyle yaşayıp konuştuğunu ve filme çektiğini belirtiyor. Bence en büyük başarısı bunca yerellik içinde eşsiz bir evrenselliği yakalamış olması.
“Küba Libre” sergisinden, yaşamın çok boyutluluğu açısından müthiş zenginleşmiş, hazmetmesi zor ağır bir lokma yutmuş gibi hissederek ve anlam ufuklarınızı çoğaltmış, genişletmiş çıkıyorsunuz.
“Küba Libre”, Londra’dan sonra Stuttgart Tren istasyonunda, Viyana’da ve Sydney gemi terminalinde sergilenecek.
2 Nisan 2005
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler