Menü

Arianne Mnouchkine’in çılgın yolculuğu: Umutla Ütopya arasında...


10 Aralık 2010 - Zeynep Oral -

Günler, haftalar hızla geçiyor... İçinde yaşadığımız toplumsal, politik çalkantılar, hak hukuk savaşları öyle bir ağır basıyor ki, sizinle paylaşmayı düşündüğüm çeşitli sanatsal ve kültürel etkinleri bir de bakıyorum es geçmişim... 2010’da izlediğim ve beni çok etkileyen bu etkinliklerin bir bölümünü hiç olmazsa 2010 sona ermeden sizlerle paylaşmalıyım.

Ekim ayında çok kısa bir Paris  yolculuğuma  öğrenci protestoları, grevler  damgasını vursa da  Arianne Mnouchkine’den izlediğim "Les Naufragés du Fol Espoir" (Çılgın Umuttan - sağ kalan- kazazedeler) oyunu, bir daha beni terk etmeyecek biçimde içime yerleşti.

Yaşama Sevinci

Tiyatro sanatının bu efsanevi, çağdaş ve bence en özgün yönetmenlerinden biri olan Arianne Mnouchkine,  bugün 70 yaşında  ve  hala genç, hala yeni, hala sınırları zorluyor.  Bu yılki oyununda, sadece tiyatroyu yüceltmekle kalmıyor, tutkunu olduğu sinema sanatına da  göz kırpıyor.  Ancak  2010 prodüksiyonu olan yeni oyuna geçmeden  bir genelleme:

1967’den  beri bu sanatçının hemen hemen tüm oyunlarını izleme fırsatım oldu. Onu herkesden farklı kılan ne diye kendime sorduğumda bir çırpıda şunları sayıyorum:

Her şeyden önce tiyatro sanatını yaşama sevinciyle bütünlemesi...  Yaptığı işi müthiş  bir  iletişime,  eşsiz bir şölene çevirmesi... Gerçekliği asla gözden kaçırmadan   düş gücüne sonsuz olanak tanıması...  Her an "oyun"  kavramını yüceltmesi, sizi de "oyun"a katması... “Oyun”un bir parçası olma mutluluğunu içinize yerleştirmesi...  Güncel sorunları tarihsel perspektifle ele alması...  Ekip ruhuna, ekip yaratıcılığına duyduğu sonsuz saygı... Evrensel temaları,  bireylere "dokunarak" yansıtabilmesi...  Kültürlerarası ve sanatlar arası   dayanışmaya verdiği önem...  Politik dünya görüşünü, düşünce yapısını, bakış açısını, toplumsal duruşunu, vicdanının hizmetine vermesi... Yaşamla tiyatro arasındaki o çok hassas dengeyi hep kollaması...

Şu yukarıda ki tümcelerin her biri sadece birer satır başı Wesker’in "Mutfak" oyunundan başlayarak, "1789", "1793", "Altına Hücum" "Moliere", "Mefisto", sahnelediği Shakespeare’ler, klasik Yunan eserleri, “Tartuffe" "Son Kervansaray" ve daha nice oyunu tanığımdır...

Sessiz Sinema ve Savaş

Jules Verne’in yarım bıraktığı, sonradan  oğlunun tamamladığı  “Jonathan Gemisinin kazazedeleri” kitabından yol çıkarak  hazırlanmış eser. Mnoucshine’in ayni zamanda hayat arkadaşı Helene  Cixous 2 la birlikte ve  Theatre du Soleil ekibinin katılımıyla  yazmış. 

1914‘deyiz.  Bir avuç  idealist genç, sessiz film çekiyor... “Daha güzel bir hayat mümkün”  düşüncesinin filmini...  Çektikleri “hikaye” Jules Verne’in  anlattığı Umut Burnu’na yolculuğudur.  Yolculuğa çıkan geminin adı “ Çılgın Umut”tur...  Birinci, ikinci, üçüncü sınıf yolcular...  Bu yolculukta başa gelmedik kalmaz: Fırtınalar, şimşekler, bilinmeyen  adalar, birbirini kovalayan misyonerler, din adamları, yerliler, avcılar, avlar, komando rahibeler, çöller, buzullar... 

Çekimin ilk günü Saraybosna’da  suikast...  Avrupa, adım adım savaşa ilerlerken bizimkiler ütopyalarının peşinde, sığındıkları müzikholde çekime devam ediyor... Savaş çok yakınlarında , elde hiçbir şey yok, müzikholün tüm çalışanları rolleri paylaşıyor . 

Böylece oyun içindeki oyun  üç   farklı okumayla ilerliyor:  1) İdealist gençlerin filmi gerçekleştirme öyküsü.Fırtınayı da, denizi de  çölleri de kendileri yapacaklar...  2)  Her birinin güncel  hayatta yaşadıkları  3) Filmde anlatılan  olaylar ... Sessiz sinema dönemi olduğu için  filmdeki  “oyuncular” ağızlarını oynatıp kirpiklerini kırpıştırırken, diyaloglar kocaman ışıklı panolara   yazı olarak yansıyor. 

"İnatçı Işık"

Bu iç içe geçmiş üçlü anlatım ,  bir dantel gibi işlenmişti.  İlerleyen savaşın ölümcül yükünü her an sırtında hissedenler filmi bitirmeye uğraşırken...

Sahnede otuz kadar sanatçı, varyete, müzikhol, operet, dram ve komedi sanatları  arasında adeta oyun oynarken, bir yandan da  filmi bitirmek için “teknik” gelişmelere, keşiflere imza atıyordu.  Olağanüstü enerjileri, ve "oyun" tutkuları size de geçiyordu!

Daha ilk andan  Paris’in bir ucunda Vincennes Ormanının ortasındaki  eski cephaneliği yani  tiyatroya girdiğinizde,  Mnouchkine’in  burayı   sözünü ettiğim  müzikhole dönüştürdüğünü görüyordunuz.  Seyirciler, müzikholün seyircileriydi.  (Sanki...) Önce oturup yiyip içiyordunuz. Biraz sonra sahnede izleyeceğiz   topluluk elemanları  hatta Mnouchkine kendisi bile  garsonluk yapıyor,  yer gösteriyor, kirli bulaşıkları  topluyordu. Salona geçip oyunu izlemeye başladığınızda  aynı oyuncuların kah “başrol”u üstlendiğini, kah “rüzgar” duygusunu vermek için  bir başka “baş oyuncunun” eteğini  uçuşturduğunu görüyordunuz. 

Evet, filmi  tamamladılar. "Çılgın Umut" teknesi  fırtınalara dayanamayıp parçalandı. Sağ kalanlar yeni bir sosyal düzen kurma çabasına girdiler... Daha güzel bir yaşam kurma hayalini hep canlı tuttular.  Ve   sessiz filmde, şimdilik kartona, ama  film  kitlelere gösterildiğinde  beyaz perdeye yansıyan son  söz  şu oldu:  "Deniz fenerinin inatçı ışığı göründü"

Bence Arianne Mnouchkine de  çağdaş tiyatronun en "inatçı ışığı", "inatçı aydınlığı"...

Cumhuriyet - 10 Aralık 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.