ANTROPOLOG MÜGE TUZCUOĞLU 'Sorularımın cevabı cezaevi olmamalı'
28 Eylül 2012 - Zeynep Oral -
Müge Tuzcuoğlu. 1983 doğumlu. Faşist askeri darbenin izlerini ailesinde yaşayan çocuklardan... Hopa'da doğdu, Ankara'da okula gitti, Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'nde Antropoloji'yi bitirdi. 2002-2007 yıllarında Evrensel gazetesinde gazetecilik yaptı. Gazeteciliği bırakıp antropolog olarak Diyarbakır'da çocuklarla çalıştı; yoksullukla ilgili çalışmalar yürüten Sarmaşık Derneği'nde yöneticilik yaptı.
Onu en çok, Diyarbakır'da çocuklarla yaptığı derinlemesine röportajları içeren "Ben Bir Taşım" adlı kitabından tanıdık.
Müge Tuzcuoğlu 7 aydır Diyarbakır Cezaevi'ndeydi. KCK davası kapsamında tutuklu yargılanıyordu. Önceki gün 27 kişinin yargılandığı davada antropolog Müge Tuzcuoğlu ve dokuz kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.
Tuzcuoğlu'nun savunmasının her satırı genç bir bilim insanının akılcı ve duyarlı dünyasını ortaya koyuyor. Yerim sınırlı, özetleyerek sizle paylaşıyorum. (Kaynak: Evrensel gazetesi ve Bia-Net.)
Kimliklerim:
28 yaşımdayım ve bu zamana kadar birçok kimliğim oldu. İlk kimliğim, genetik kodlamayla belirlenen kadın olmaktı. Ve akrabalarım, memleketim ile Karadenizli, Laz olmaktı. Karadenizli olmam, muhteşem bir coğrafyadan olmam sebebiyle bir kıskançlık yarattıysa da, kadın olmanın ise ne yazık ki daha ağır sonuçlarını yaşadım. Yıllar geçtikçe, kimliklerim de çoğaldı; Ankara'da büyüdüm, şehirli oldum. Okula başladım, öğrenci oldum.
Çalışmaya başladım, gazeteci oldum. Üniversiteli, sosyal bilimci, yazar, antropolog... Ama her zaman sorguladım bu kimlikleri: Babamın kızı, erkek kardeşimin ablası, okulun öğrencisi, gazetenin muhabiri...
Ankara'nın en iyi semtinde otururken, yoksul mahallelerindeki gecekondulara gittim. Oradaki insanları dinledim... Onlarca, yüzlerce insan hikâyesi dinledim. Hayatları yazdım. Patron, müsteşar, işçi, şarkıcı, fahişe, mülteci, hukukçu olmadan önce insan olarak yazdım hepsini. Nasıl ki kendimi sorgulayıp, kimliklerim dışındaki ben ile var olmak istediysem; onların da kimliklerinin ötesindeki insan olmalarıyla ilgilendim.
Anlamak İstedim:
Gerçekleri yazmak, insanlara anlatmaya çalışmak kadar kutsal bir şey olamaz. Ama ben bunu artık akademik yöntemlerle yapmayı tercih ettim. Ve sonra Diyarbakır başladı.
Anlamak istedim burada yaşananları. Ve sonra yazmak!
Ben, silahların olduğu bir yere kalemimle geldim. Kalemimle, beynimle ve kalbimle geldim. En güçlü çalışmam çocuklarla oldu. Diyarbakır'ın çocuklarıyla. Göçertilen, yoksullaşan, kaybeden ve hepsinin sonunda kazanan, kazanmayı öğrenen ve öğreten çocuklarla.
Çok yazdım onlarla ilgili, o yüzden burada anlatmayacağım ve bu şekilde, onları bu salondan uzak tutacağım. Yoksul kadınlarla çalıştım. Hiçbir geliri olmadan, onurlu bir hayat örmeye çalışan kadınlarla.
Bir yandan yoksulluğa dair bir kez daha tezler üretirken, akşamki sofralarının doldurulması için de pratik olarak çalıştım. Diyarbakır sokaklarında refüjlere beraber çiçek ektik, onlar nasıl yoksullaştıklarını anlatırken.
Hem dinledim, hem dokunarak ben de yaşadım. Ve bir sosyal bilimci olarak, hem toplumsal travmanın nasıl çözülebileceğine dair fikir üretirken, hem de kadınların, çocukların bir telefonuyla yanlarına koştum. Diyarbakır'da yaşananları, yaşayarak öğrendim. Bu öğrenmişlik üzerine birçok makale ve bir kitap yazdım; birçok panele, toplantıya davet edildim.
Yedi ay önce elinde, belinde silahlı insanlar tarafından gözaltına alındım. Bu tutuklama bir sosyal bilimci, bir polis veya bir hukukçunun, yoksul bir mahalleye bakarken ne gördüğü ile ilgilidir. Orası, suça meyilli bir yaşam alanı mı, yoksa sefalete sürüklenmeye direnen insanların bize karmaşık gelen yaşamları mı?
Bu tutuklama; elinde bir taş olan bir çocuğa, bir sosyal bilimcinin, bir polisin veya bir hukukçunun nasıl baktığıyla ilgili. O çocuk, suç işlemeye meyilli bir eylemci mi, yoksa o anından itibaren önceki yaşamı sorgulaması, anlaşılması, çözülmesi gereken bir çocuk mu? Bir travmatik olay sonrasında gerçekleştirilen herhangi bir eylem karşısında, hukuk nerede, sosyal bilimciler nerede olmalı? Bütün sorularımın cevab kesinlikle cezaevi olmamalı diye düşünüyorum.
Peki mahkeme heyeti ne istiyor? BDP'nin siyaset akademisinde dört günlük uygarlık tarihi eğitimine katıldığım için -ki bu konu zaten antropoloji eğitiminde fakültede bize okutulmuş bu bilgiden kaynaklı çağrıldım- eğitimden yargılanmamı ve cezalandırılmamı istiyor.
Ben artık ülkemde, düşünce üretti, söz söyledi, tartışmaya katıldı diye insanlar yargılanmasın istiyorum. En aykırı görüşler bile sözle aktarıldığı müddetçe, şiddeti uzak tutar.
Yedi aydır yaşadığım Diyarbakır Cezaevi dünyadaki en ağır insan hakkı ihlallerinin yaşandığı 19 cezaevinden birisi olarak tanımlanıyor.
Bu cezaevinin bir gün müze olacağına inanıyorum. Ve bu süreçte, hukukçularla beraber, yaşanan tüm travmaları atlatmak için ortak çalışmalar yapmak istiyorum. Bu ülkenin bir genci olarak kaygısızca yazmak istiyorum. Ben memleketime gitmek, denize girmek istiyorum. Ben çocuklarımın yanına gitmek istiyorum."
27 kişinin yargılandığı davanın bir sonraki duruşması 14 Aralık'ta. İçeride daha nice "Müge"ler var!
Cumhuriyet- 28 Eylül 2012
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler