Menü

Antalya'dan sevgiler...


04 Ekim 2020 - Zeynep Oral -

İstanbul’dan Antalya’ya 7-8 saat süren otomobil yolculuğu sırasında, memleketim ne güzel, ne muhteşem demekten kendimi alamıyordum. Kütahya, Porsuk Ormanı, Afyon Ovası, Isparta’ya doğru su sesleri, Burdur yolunda Sagalassos tabelaları... Gelin görün ki bütün bu güzellikleri kavgayla, yalanla, talanla, yoklukla, yoksullukla (üstelik varken yoklukla), ayrımcılıkla, baskıyla perişan etmek... Geçelim...

Antalya girişinde elinde altın portakal tutan altın kadınların heykelleri karşılıyor her geleni. Bunlar kaldırılmıştı. Şimdi geri gelmişler. Belki de kadın figürü, hele beden hatları görülüyorsa, ahlaka aykırı ya (!) ondandır... Bir de kentin her yanına dağılmış festival afişleri...

Afişlerden birinde sevgili Fatma Girik, Akdeniz gibi bakıyor. O gözlerde hem gençliğin meydan okuyuşunu hem de binlerce yıllık birikimi, görüyorum. Diğer afiş günümüzde her şeyimizi borçlu olduğumuz, hakları yok sayılan sağlık emekçilerine ilişkin. Bence de tüm Altın Portakallar onlara... Festivalde biletli açık hava gösterimlerde her seans için 2020 yılının gerçek kahramanları sağlık çalışanlarına 50 adet davetiye ayrılması da harika bir düşünce...

Çağrışımlar yolculuğu 

Ülkenin en eski, en köklü film festivalindeyim. 70’li yılların ortalarından beri Antalya Altın Portakal Festivallerinin müdavimiyim. İster istemez çağrışımlar, çağlayanlar halinde üşüşüyor aklıma...

Belediye Başkanı Selahattin Tonguç’un çabaları... Edebiyatla sinemanın buluştuğu yıllar, Aziz Nesinli, Vedat Türkalili festivaller... Akşamları kumsalda ateş başında bir Zülfü Livaneli, bir Rahmi Saltuk’tan dinlediğimiz türküler... Çok genç bir Sezen Aksu’nun utangaç ilk şarkıları... ve elbet birbirinden değerli filmler... Ama bir anı var ki muhteşem. 

Yıl 1979. Ecevit dönemi. Ortalıkta “sol” kokusu. Jüri ilerici. Sevgili Onat Kutlar bakanlığında sinema danışmanı... Konyaaltında belediye tesislerinde kalıyoruz. Sabahları uyanma zilimiz Zamphir’in pan flütü. Bir müziksever hoparlörden her sabah onu yayımlıyor... (O gün bugün Zamphir’in müziği bana rüzgârdan çok, beyaz kumsalların uçsuz bucaksızlığını çağrıştırır.)

Bu muhteşem havayı GÜM diye tepemize inen Ankara’dan gelen bir haber berbat ediyor. “Sansür Heyeti” festivalde yarışacak 2 filmi sansürlemiş. Ömer Kavurdan “Yusuf ile Kenan” ve Yavuz Özkan’dan “Demir Yol”. 

Eşşoğlu eşşek efendim

Kıyamet kopuyor, jüri, sanatçılar yazarlar isyanda... Ankara’ya telefonlar. İzin çıkmazsa, herkes terk edecek. Bekliyoruz... Sonunda Ankara’dan telefon geldi:  

Manzara: Ömer Kavur telefonda, hepimiz onun çevresinde. “Benim efendim”... “Evet ”... “Anladım Efendim”... “Eşşoğlu eşşek efendim!”, “Ananı avradını efendim!”

Küt! Telefon kapanıyor. Dünyanın en terbiyeli, en efendi film yönetmeni Ömer Kavur delirmiş olmalı... O ise gülümseyerek bize bakıyor: “Ne yapayım, çıkarmamı istedikleri küfürleri tekrarlamamı istediler, diyor... 

Elbet kimse filmine dokundurtmadı. Tüm yönetmenler eserlerini geri çekti. Ve o yıl festival yapılmadı. Bir yıl sonra 12 Eylül faşist darbesi silindir gibi ülkeyi dümdüz ettiğinden, iki yıl üst üste festival yapılamadı.

Yıllar sonra, hem Ömer Kavur’un hem Yavuz Özkan’ın filmleri Altın Portakal ile ödüllendirilecekti. Sansür kurulu başkanının adını bugün bilen yok; iki arkadaşımın adı yaşıyor, yaşıyacak... Işık içinde uyusunlar!

Ah şu jüriler 

Bu yazıyı yazarken, henüz festival başlamamıştı. Siz okuduğunuzda başlamış olacak... Bilenler bilir, her ne hikmetse, son iki yıl Ulusal Film Yarışması kaldırılmıştı. Neyse 2 yıl aradan sonra geri geldi. 

57. Antalya Film Festivali’nde “Ulusal” yarışmalarda 12 uzun metrajlı, 12 kısa ve 10 belgesel yarışıyor. Ayrıca “Uluslarası” yarışma da var. Her birinin jürisi ayrı...

Önceki akşam benim de içinde bulunduğum Ulusal Yarışma Jürisi festival yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu ve koordinatör Onur Güven’le buluştuğumuzda önce Antalya’da herkesin neredeyse âşık olduğu Başkan Muhittin Böcek’in iyiye giden sağlık haberlerini aldık. 

Pandemiye göre tüm önlemler alınmış durumda: Açık hava gösterimler, mesafeli, maskeli... Hatta o kadar ki Ahmet Boyacıoğlu’nun, bir gazeteciye alınan önlemleri anlatırken gülerek “Jüri başkanı zaten doktor” demesi; mizah duygusu, ironi anlayışından yoksun sosyal medya tutkunlarının elinde oyuncak olmuştu! 

Bizim jüri şöyle: Başkan: Ercan Kesal (Doktor olduğu için değil; çok üretken bir yazar, oyuncu, yönetmen olduğu için ve son filmi “Nasipse Adayız” ile hepimizi büyülediği için Gülse Birsel (zekâ küpü, usta yazar), Kıvanç Sezer (“Babamın Kanatları” filmiyle sinemamızı sarsmışlığı vardır, ödüllere boğulan “Küçük Şeyler”i henüz göremedim.), Taner Birsel (Hem tiyatroda hem sinemada oyunculuğuna hayranım) ve ben... 

Ama zaten biliyorsunuz değil mi: “En iyi jüri benim filmimi beğenen jüridir; en kötü jüri benim filmimi beğenmeyen...”  

İyi pazarlar!

Ulusal Yarışma’nın filmleri...

- “Çatlak” - Fikret Reyhan

- “Dersaadet Apartmanı” - Tankut Kılınç

- “Dirlik Düzenlik” - Nesimi Yetik 

- “Flaşbellek” - Derviş Zaim

- “Gelincik” - Orçun Benli

- “Gölgeler İçinde” - Erdem Tepegöz

- “Hayaletler” - Azra Deniz Okyay

- “İnsanlar İkiye Ayrılır” Tunç Şahin

- “Kar Kırmızı” - Atalay Taşdiken

- “Koku” - Barış Gördağ, Yasin Çetin

- “Kumbara” - Ferit Karol

- “Ölü Ekmeği” - Reis Çelik

 

4 Ekim 2020

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.