Menü

Andersen Masalları’nda ‘öteki’


27 Kasım 2009 - Zeynep Oral -

Kral çırılçıplak, görkemli geçit töreninde ilerlerken... “Çok özel dokunmuş kumaştan bu giysileri ancak akıllılar görebilir, aptallar göremez” palavrası her bir yana saçılmışken… Bütün millet, “aman kimse beni aptal ve yeteneksiz sanmasın” diye krala ve giysilerine övgüler düzerken… Sadece bir çocuğun “Ama kral çıplak! Kral don gömlek!” haykırışını unutmuş olamazsınız!

Gerçeği ancak çocukların görebildiğine, gerçeğin ancak onların saflığı, yalınlığı ve masumiyetiyle dile getirilebileceğine inanıyordu Hans Christian Andersen... 150 dile çevrilmiş, 180 kadar masalın yaratıcısıydı.

Bir televizyon programı için Hans Christian Andersen’in ayak izlerini Kopenhag’da izlerken koltuğumun altında Türkçesi Tahsin Yücel’e ait Yapı Kredi Yayınları’nın “Andersen Masalları”nı yanımda taşıyordum. (Dün bıraktığım yerden izleri sürüyorum.)

GÜNÜMÜZDE SÜREN TARTIŞMA

Andersen’in çocuk masallarıyla ilgili olarak günümüzde de süren bir tartışma var. Meraklılar anımsayacak, bu masalların büyük bir çoğunluğu çok acıklı. Hep felaketlerle sürüp gidiyor.

Yiğit kurşun asker, başına gelmedik dert kalmadıktan sonra, ateşte yanıp eriyor… Zavallı küçük denizkızı, âşık olduğu prens uğruna, önce güzelim kuyruğundan, sonra güzelim sesinden oluyor, bırakın aşkına karşılık bulmayı acıdan acıya sürüklene sürüklene sonunda ölüp köpük oluyor... Ah hele o kibritçi kız! Kışın ayazında, karlar arasında aç bitap, kimsesiz, tüm kibritleri yanmış, ölüme terk ediliyor. Tek teselli, ölürken rüyasında annesini görmesi!

Bunca acı, bunca üzüntü çocuklara ne denli yararlı ne denli zararlı, bu acılar çocukları şiddete yöneltir mi yöneltmez mi tartışması süredursun, Danimarka’da Andersen endüstrisi dolu dizgin devam ediyor. Yaşadığı yerler, heykelleri, adını taşıyan caddeler, uğradığı mekânlar, geçtiği yollar, adına açılmış kitapçılar, kafeler, lokantalar, barlar, müzeler...

O acıklı masalların daha çok Andersen’in (1805-1875) kendi yaşantısından kaynaklandığını öğreniyorum. Çok büyük bir yoksulluk içinde geçen çocukluk. Minik bir kasabanın, Odense’nin “gecekondu” mahallesinde kundura tamircisi baba, çamaşıra gündeliğe giden anne... Babanın ona okuduğu kitaplar, annenin anlattığı masallarla düş gücünü sınamalar... 11’inde babası ölür. 14’ünde Kopenhag batakhanelerine düşer. Başarısız oyunculuk, şarkıcılık, şiir ve oyun yazma deneyimleri… Çok uzun boyu, incecik sesi, kadınsı tavırları nedeniyle dışlanması… Karşılıksız aşklar (her iki cinse de) ve kendini hep çok, çooook yalnız hissetmesi...

Kötü kader”i Kopenhag’da ilişki kurduğu insanlar aracılığıyla değişecek, hem eğitimini tamamlayacak hem de şiirleri, oyunlarıyla değilse de gezi yazıları ve masallarıyla dikkatleri çekecekti.

KAÇIŞTAN YAŞAMAYA

Yaşamı boyunca Andersen kendini hep “öteki” gibi hissediyor!

Bu “öteki”lik durumu en çok “Çirkin Ördek Yavrusu” öyküsünde ortaya çıkar.

Anımsayın: Tüm yavrulardan çok farklı, boynu fazlasıyla uzun, tüyleri renksiz, kanatları çok büyük bu yavruyla herkes alay eder, tüm hayvanlar onu aşağılar, annesinden başka seveni, kol kanat gereni yoktur, acılardan acılara sürüklenir, yuvadan uzaklaştırılır, başına gelmedik dert kalmaz. Ama zamanla büyüdükçe, tam da “Ah ölsem de kurtulsam!” derken (bu lafı Andersen de sık sık söylemiş) birden anlar ki o bir ördek değil meğer kuğuymuş! Dünyalar güzeli bir kuğu! Herkes ona hayran olur, sevgiyle onu kucaklar!

Neredeyse otobiyografik bir öykü!

Masallarıyla ünlenmeye başlamadan önce de sonra da, bol bol yolculuk eden Andersen, gündelik dili, folkloru, yolculuk gözlemlerini, yaşam deneyimlerini masallarının temeline dönüştürdü.

Önceleri bir “kaçış” olan yolculuklarını sonra “yolculuk etmek yaşamaktır”a dönüştürdü. Bu yolculuklarından birinde İstanbul’a bile geldi. Ve burada da bir “peri masalı” bir “aşk” yaşadı.

Hiç evlenmedi, zengin olarak öldü.

Yeryüzündeki tüm iyiliğin ve tüm kötülüğün, insanların içinde, kalbinde olduğunu sonuna dek savundu.

İYİ BAYRAMLAR DİLİYORUM

Sevgili Okurlar, bugün bayramın birinci günü. Önce hepinize iyi bayramlar diliyorum.

Şiddeti dışlayan; insan onuruna, insan yaşamına, emeğe saygı duyan; haksızlığın hayatımıza egemen olmayacağı bayram gibi bir bayram diliyorum. Bir de hatırlatma yapmak istiyorum. Sevgili Türkan Saylan’ın “yüz bin kızımıza aydınlık bir gelecek sunma” isteğini unutmadık değil mi! Bence şimdi tam sırasıdır. Bu hedefe odaklanalım. Gülriz Sururi’nin çağrısını tekrarlıyorum: “Kurban parasıyla bir kız çocuğunu okutabilirsiniz!” Kendinize bundan müthiş, bundan güzel bir bayram hediyesi yapmanız mümkün mü!


Cumhuriyet- 27 Kasım 2009

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.