Menü

Altın Portakal'da Tabulara dokunmak...


15 Ekim 2010 - Zeynep Oral -

Al işte Antalya sokaklarında karşımda Turist Ömer! Bir başka köşede Cilalı İbo... Antalya Sokakları sinemamızın unutulmaz tipleriyle dolu. Atatürk Kültür Merkezi’nin girişinde, film gösterimlerinin olduğu mekânlarda, Cumhuriyet Meydanı, Kalekapısı’nda... Kendileri değil heykelleri elbet! Millet sırada onlarla fotoğraf çektirebilmek için... Belgin Doruk, Fatma Girik, Adile Naşit’in heykellerini hemen tanıyıveriyorum! Hoppala heykel kıpırdadı. Canlı heykel bunlar. O isimlerin geride bıraktıkları anılar gibi capcanlı bunlar! İzmir Sokak Sanatçıları Atölyesi’nden 20 genç bunlar. Canlı heykel olup aramıza katılmışlar!

YENİ BİR KUŞAK

Antalya’nın her köşesinde sayısız olay var. Sergiler, paneller, tartışmalar, kentin her yanına dağılmış film gösterimleri, her gösterimden sonra film ekibinin katılımıyla soru cevaplar, açık hava ve kapalı mekânlarda konserler... Biletli ve biletsiz ücretsiz girişler... Tüm bu etkinliklerin adlarını sıralasam sayfalar yetmez.

Ama şöyle özetleyebilirim:

Filmleri yapanlar gerçekleştirenlerle, filmleri izleyenler müzisyenlerle, dinleyiciler sanatçılarla; sanata ilgi duyanlar iç içeydi, sarmaş dolaştı... Herkes herkese dokunuyordu, omuz omuza, kol kolaydı. Üstelik yalnız Antalya’da değil. Isparta ve Burdur’a da hem filmlerle, sergilerle, hem de konserlerle uzanıldı. Ben gidemedim ama Burdur’da Edip Akbayram konserindeki coşkulu anları gidenlerden bol bol dinledim.

Gelelim bence bu yılın en önemli özelliğine:

Sinemamızda yeni bir kuşağın yetiştiğine tanık olduk.

Ön jürinin ulusal yarışmaya seçtiği 14 filmden 9’u, “ilk film” di. Genç yönetmenlerin ilk uzun metrajlı filmleriydi. Bu çok önemli bir oran. Sinemamızdaki kuşak değişimini ortaya koyduğu gibi, çıtanın yükseldiğinin de bir göstergesi. İlk filmleriyle çıtayı geçip finale kalanların, daha sonraki işlerini elbet merakla bekleyeceğiz.

DOKUNULMAZA DOKUNMAK

Sevgili okurlar, siz bu yazıyı okuduğunuzda Altın Portakallar sahiplerini bulmuş olacak. Ben yazarken henüz sonuçları bilmiyorum. Ayrıca tüm yarışma filmlerini de izlemiş değilim... Ancak genel olarak iki değerlendirmem şöyle...

Sinemayla kendini ifade etme yolları sonsuz. Her yönetmen kendi seçimlerini yapıyor. Bu yılki temalar ve seçimler çok geniş bir yelpazeye yayılıyordu. “Birey” e odaklanan filmler çoğunlukta mıydı yoksa bana mı öyle geldi emin değilim, ama kimi filmleri manzara seyreder gibi (!) seyrettiğimi belirtmeliyim...

Derviş Zaim’in 60’lı yılların Kıbrıs’ında geçen filmi “Gölgeler ve Suretler”, beni can evimden yakaladı. İyiler kötüler, haklılar haksızlar, yanlışlar doğrular sadece “insan” vardı bu filmde. Vicdanlara, akla ve yüreğe dokunuyordu.

Tabuları kırmakta öncülüğü İlksen Başarır’ın “Atlıkarınca” filmi üstlenmişti. Aile içi şiddeti ve özellikle ülkemizde yaygın olup da “yokmuş gibi” davranılan, görmezden gelinen “ensest” olayını sonsuz bir sağduyu, akıl, duyarlık ve incelikle ele alıyordu. Tabulara sonsuz bir özenle yanaşıyordu.

Bir başka görmezden gelinen olayı ele alan, Güneydoğu’da basına uygulanan baskıları işleyen Sedat Yılmaz’ın “Press” ... Anne-kız arasındaki bıçak sırtı keskinliğindeki ilişkiyi dile getiren Belma Baş’ın “Zefir”... Sıradan gençlerin, asla sıradan olmayan sıkıntılarını büyüteç altına alan Seren Yüce’den “Çoğunluk”... Kışın izleme fırsatı bulamadığım Ahmet Boyacıoğlu’nun, muhteşem kadrolu “Siyah-Beyaz”ı... Ve nihayet, yüzümüzde bir gülümsemeyle izlediğimiz Claudia Cardinal’in taçlandırdığı, Ali İlhan’ın “Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”...

O ZEYNEP ORAL BEN DEĞİLİM

Bizden gizli oyunculuk ha? ” Haberi önce arkadaşlardan aldım.... Kimi, “Filmi sen ne zaman çıkacaksın?” diye bekleyerek izledim, dedi.... Hayır “Atlıkarınca” filminin afişlerinde gördüğünüz Zeynep Oral ben değilim... Filmi izledikten sonra beni çok tebrik eden, “torununuz harikaydı” diyen de oldu. Filmin 12 yaşındaki oyuncusu, torunum değil ama gerçekten harika. Tanıştık, sohbet ettik, büyüyünce ya veteriner ya oyuncu olacak...

Gelelim aklımda kalan birkaç nota: İçime işleyen ya da öfke duyduğum noktalar:

Kimi filmin ses düzeni öyle kötüydü ki, ne dendiğini anlamak için İngilizce altyazıyı okumak zorunda kaldım.

Onur ödüllerini alan Metin Akpınar ve Zeki Alasya, keşke bir zahmet gelselerdi... Gecenin en anlamlı anları: Ertem Göreç’in “Halka dayanmayan sinema da yapamaz” sözü ve Nur Sürer’in ödülünü hapisteki çocuklara, gençlere adamasıydı. En ayıp olan ise ödül vermeye ya da başkası adına almaya çıkanların, “Eh bir gün inşallah bana da verirsiniz” demeleriydi... Rum oyunculardan Popi Avraam, “Bu filmde oynamaya korkmadınız mı?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Hayatta 2 seçeneğiniz vardır, ya susmayı ya da haykırmayı seçersiniz, ben ikincisini seçtim”...

Gala gösterilerinden önce “Engel Tanımayan Trio” Alp (Viyolonsel), Zeynep (keman), Tuğba (yan flüt) üç engelli gencin mini konseri ve sonra bir başka engelli gencin, Gürhan’ın “Tutku Engel Tanımaz-Yaşasın Sinema” afişi taşıyarak ve bateriye hızla vurarak başlattığı seans her seferinde büyük alkışı alıyordu.

Gerçekten de tutkular engel tanımıyor. Vicdanlara, tabulara, bireylere, topluma, adalete dokunan bu festivale emeği geçen, katkıda bulunan herkesi kutluyorum.

Cumhuriyet - 15 Ekim 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.