Menü

Ali Poyrazoğlu


08 Haziran 2000 - Zeynep Oral -

Yaşasın "Suç ortaklığı"

Biliyorum, bu çok gecikmiş bir yazı. Tiyatro mevsimi sona erdi. Dolu dolu yaşadığımız , tadı damağımızda kalan Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali bitti. Ama yine de tiyatro mevsiminin son döneminde izlediğim bir oyun ve onu var eden bir tiyatro adamı içimde yaşamayı sürdürüyor. Üstelik yaz aylarında Anadolu'da turneye çıkacağından ve önümüzdeki mevsim yeniden sahneleneceğinden izleme olanağınız olacak.

Ali Poyrazoğlu ve "Kobay" oyunundan söz ediyorum.

Ali Poyrazoğlu çok yönlü bir sanatçı. Tiyatro yönetmenliği ve oyunculuğunun yanı sıra sinema ve televizyon oyunculuğu, gazete yazarlığı, radyo programcılığı... Buna bir de kuklacılığı ekleyebilirim. Az emek vermedi tiyatrosunda kuklalara... Yanılmıyorsam gücünü üç kaynaktan alıyor, ya da şu üç kaynaktan besleniyor :

Birincisi: Tanrı vergisi doğal oyunculuk yeteneği . (ki bu yetenek, bir tür "şeytan tüyü" de içeriyor. Seyirciyi avucunun içine alan şeytan tüyü...) İkincisi: İlk kez 17 yaşında yuttuğu sahne tozundan bu yana kişiliğine ve işine kattığı birikimler , bu birikimleri zenginleştiren dikkatli ve yoğun bir gözlemcilik, irdeleme, inceleme ... Üçüncüsü: Sürekli okuması, yalnız Türkiye değil, dünya edebiyatında, dünya tiyatrosunda , ne olup ne bittiğine dair sürekli okuması, bunları yakından izlemesi... (Mutlak başka kaynakları da vardır ama ben en çok bu üçünün izlerini sürebiliyorum.)

Çoook gerilere gidersek, "Düşenin Dostu" oyunundaki Prenses rolünden "Uzaktan Piyano Sesleri"ndeki Anton Çehov'a uzanan çizgide nice eşsiz anlar var. (Arada , yönettiği "Orkestra"yı, izleyicinin unutamadığı "Çılgınlar Kulübü"nü kuklalarıyla İstanbul üzerinden "uçuşunu" anımsatırım...)

Bu kez, Daniel Keyes'in romanından kendi uyarladığı, yönettiği "Kobay"da Ali Poyrazoğlu , "Zihin özürlü " Mehmet Can kişiliğini yaratıyor. Hele bizimki gibi, "farklı" olana, "öteki" diye nitelediğine hiç ama hiç sevgi, şefkat, ilgi göstermeyen ; "özürlü"ye "deli", farklıya "aykırı, sakıncalı" diyen, onları yok sayan ya da cezalandıran toplumlar için, oyun çok önemli mesajlar taşıyor. Farklı katmanlarda, çeşitli yaşamsal sorunların altını çiziyor ve hiç çaktırmadan önerilerde bulunuyor. (Ayrıntılara burada giremiyorum)

Ali Poyrazoğlu, bu oyunla çok önemli bir toplumsal işlevi yerine getirmekle kalmıyor, oyunculuğuyla da kendini aşıyor. Bunu yaparken de yukarıda belirttiğim özelliklerinden yararlanıyor: Yeteneğinden, birikiminden, gözlemlerinden , araştırma ve incelemelerinden... Bu çok özel konumdaki ,durumdaki insanı , bize gerek düşünce boyutunda , gerek duygu boyutunda yaratıyor. Yarattığı Mehmet Can kişiliğindeki hem zihinsel değişimleri, hem ruhundaki değişimleri , neredeyse birebir, elle tutulur, gözle görülür kılıyor. Nüansları, değişimdeki incelikleri sorgusuz kabulleniyoruz. Belki, gülerken ağlıyoruz, ağlarken gülüyoruz ama her an ona inanıyoruz. Ali Poyrazoğlu bunu hiç ama hiç ucuza, kolaya kaçmadan, duygu sömürüsüne açık tuzaklara düşmeden gerçekleştiriyor. Şapka ve teşekkürler!

"Kobay" da, bütün bu söylediklerimin yanı sıra beni en sarsan Barış Dinçer'in sahne tasarımı ve Yüksel Aymaz'ın ışık tasarımı oldu. Açılan kapanan, gerçek ya da düşsel "şekilsiz" kapılar yalnız aklımızın, yüreğimizin , yaşamın , insanoğlunun labirentlerinde yol aramamızı sağlamakla kalmadı, oyunun "tıkır tıkır" yürümesi için pratik bir çözüm oluşturdu. Nerede rastlarsanız rastlayın, kaçırmayın bu oyunu.

"Kobay"ı izledikten sonra okudum Ali Poyrazoğlu'nun "Ödünç Yaşamlar " kitabını. (Can Yayınları) İtiraf edeyim, ilgimi çeken , kitabın tiyatroya ilişkin bölümleri oldu.

En iyisi, onun sözcükleriyle, tiyatroya ilişkin sözcükleriyle bit sin bu yazı. "... sonra elimizde yaşamımızı zenginleştirecek tek macera kalıyor: Sanat macerası. Ama ne macera. Ne büyük bir macera ve suç ortaklığı. İzleyiciyle olan suç ortaklığı. Doğal dünyanın ve kolay algılanabilen gerçeklerin ötesinde, karşı dünyanın ve karşı gerçeğin yaratılmasındaki suç ortaklığı . Seyirciyle bizi birbirimize bağlayan giz, ödünç yaşamlara birlikte yaptığımız yolculuklarda saklı..."

Bana, "yaşasın bu suç ortaklığı" demek kalıyor!

X

Bu akşam Ankara'da olmak vardı. Eğer Ankara'daysanız, dünyaca ünlü ve tüm dünyanın "Harika Çocuk", "Dahi Çocuk diye tanıdığı Yunanlı piyanist Dimitris Sgouros'un solist olarak katılacağı, Gürer Aykal yönetimindeki Bilkent Senfoni Orkestrası'yla vereceği konseri kaçırmayın. Depremzedeler i yararına verilecek konser, Bilkent Odeon'da.

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.