Aix-En-Ptovence Müzik ve Opera Festivali Ayırımcılığa karşı Opera
03 Ağustos 2012 - Zeynep Oral -
1945'de Kıtaları kana boyayan İkinci Dünya Savaşı, sona erdi. Fransa hiç ama hiç zaman kaybetmedi. 1946'da Cannes Film Festivali'ni ; 1947'de Avignon Tiyatro Festivali'ni, 1948'de Aix en Provence Lirik Müzik Festivali'ni başlattı. Şu dört tarihi art arda sıralamak bile bana heyecan verici geliyor! Düşünün adamlar, işgalden,ölümden, yıkımdan geçiyor ve başka iş güç yokmuş gibi kafayı sinemaya, tiyatroya, opera ve müziğe takıyor!
Bu üç festival, bir avuç çılgın insanın, sanat tutkununun gayretiyle ilk kez düzenlendiklerinde, böylesine kök salacakları acaba biliniyor muydu??? Sadece birikim de yetmezdi bu sürekliliğe. Geleceğe kalmaları, evrensel değerleri ve yaratıcılığı yüceltmeyle, emeğe saygıyla, devlet mekanizmasının nitelikli sanata sahip çıkması, desteklemesiyle sağlandı…
Opera, Dünyanın Aynası
Bu yaz Avignon aşkıma ihanet edip, kendimi Aix –En –Provence Müzik Festivaline attım.
20 Konser, altı opera prodüksiyonu, sayısız panel ve sanatçılarla buluşma etkinliği, meydanlara kurulan dev ekranlardan sürdürülen canlı yayınlardan oluşan Festival 'in bu yılki ana teması: "Opera, Dünyanın Aynası" başlığını taşıyordu.
Birkaç günde dört opera izledim. Dikkatimi çeken, en popüler ya da en az bilinen eserde olsun bunlardan üçünde de yönetmenlerin ayırımcılığa karşı bir tutum sergilemesi, cinsiyet ve sınıfsal farklılıkları vurgulamalarıydı. Bu vurgudan kaynaklanan, sanki bir operadan beklenmeyecek kadar şiddetli bir eleştiri ortaya koyabilmesiydi.
Dünyanın aynası bunu gösteriyorsa … Hani sol bitmişti! Hani kapitalist düzende herkes kardeş kardeş geçiniyordu…
Yaşasın Genç Sanatçılar
Aix-En –Provence Festivali genç sanatçılara tanıdığı olanaklarla da ünlü. "Avrupa Müzik Akademisi" adlı kuruluş bu yıl 42 ülkeden 250 genç sanatçıyı bir araya getirmişti. Önce onlardan izlediğim iki oyun:
Rossini'nin 18 yaşındayken bestelediği ilk operası, birbirinden zengin barok melodilerle dolu "La Cambiale di Matrimonio" (Evlilik Senedi) kadının mal gibi alınıp satılamayacağını ortaya koyan tek perdelik bir fars bir komik operaydı. Kapalı bin kişilik çağdaş bir salonda, hem orkestra hem şancılar sahnede iç içe geçmişti.
İkincisi ise Ravel ile Colette'in işbiriğinden doğan "L'Enfant et Les Sortileges" (Çocuk ve Büyülü Şeyler) . Bir çocuğun kapatıldığı odada kendi korkularıyla , düşleriyle sevinçleri ve üzüntüleriyle hesaplaşmasını konu alan bu fantastik masalı müzik yönetmeni Didier Puntos oda orkestrası için yeniden yazmış. (Dört el piyano, viyolonsel, ve flüt) Kendi de piyanonun başında sahnede. Bütün çalgılar ve çocukla ilişkili her şey, sahneye yığılmış dolapların, çekmecelerin içinden çıkıyor. :Çocuğun kötülük ettiği sincap, kedi; kırdığı çaydanlık , fincan, yırttığı kitap, kitaptaki prenses, yapmadığı matematik dersi, sayılar… Hepsi canlanıyor, sanatçılarla hayat buluyor. Yönetmen Arnaud Meunier , minicik klasik İtalyan sahnede gerçeklikten çok uzak bir mucize, bir şiir yaratmıştı. Çocuğu oynayan soprano Chloé Briot ve her iki eserdeki tüm şancılar mükemmeldi.
Ayırımcılığa karşı Mozart
Festivalin ağır topu Mozart'ın "Figaor'nun Düğünü"ydü. Bugüne dek gördüklerimden çok farklıydı. Jeremie Rhorer'in müzik, Richard Brunel'in sahne yönetiminde o muhteşem müzik ve seslere karşın adeta tiyatrosu ağır basıyordu. Yönetmen günümüze taşıdiğı eseri , sahnede Kont'un malikanesine taşımıştı. Hem büro, hem ev, hem toplantı salonu -ve duruşma alanı gibi kullanılan bu mekanda (Kontun bir görevi de yargıçlıktır) özel alanla – kamusal alan iç içe geçmişti. Uşak (burada sekreter)Figaro ile hizmetçi Suzanna'nın düğün gününe sığan tüm olaylar dizisi , Kont'un dinmeyen seks iştahı, aşk oyunları, aldatmacalar, ikiyüzlülükler, gelip bu iki alanda iç içe yaşanıyor ve iktidar sahiplerinin güçlerini dayatmalarına; çalışanların da haklarını savunmalarına dayanıyordu.
Suzanne'yı Fransızların en ünlü şancılarından Patricia Petibon Figaro^yu Amerikalı bas bariton Kyle Ketelsen, Kontes Almaviva'yı ise İsveçli Soprano Malin Byström kusursuz oynuyorlardı.
Mozart'ın 19'unda bestelediği gençlik operası "La Finta Giardiniera" (Sahte Bakçıvan) yine sınıfsal çelişkilileri ve kadına karşı ayırımcılığı ön plana çıkarak yorumlanmıştı. Ama doğrusu burada beni çarpan şey "güzellik" ve "büyü"ydü.
Kent dışında, bir kalenin surlarının dibine, zemine ayna döşenmişti. Sahne o ayna ve kale duvarıydı. Zemindeki ayna bir göldü sanki. Temsil akşam sekizde aydınlıkta başladı. Kalenin ardında güneş battı. Önümüzde uzanan yemyeşil ova kızıla döndü. Sonra karanlık oldu. Ay çıktı. Ağaçlar tek tek büyülü renklere dönüştü. Kale duvarında gölge ve ışık oyunlarıyla Mozart büyüsü, yeryüzünün tüm çiçekleri, şancıların sesi birbirine karıştı…
İşte bir festival böyle geçti.
Cumhuriyet – 3 Ağustos 2012
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler