Afganistan’ın Gelecek Umudu
16 Haziran 2005 - Zeynep Oral -
“TİKA geldiğinden beri buradaki işler daha hızlı yürümeye başladı.”
Çok sık duyduğum bu tümcenin gerisinde 1962’de (Hikmet Çetin’in Dışişleri Bakanlığı sırasında) kurulan , Arnavutluktan Moğolistan’a 19 ülkede etkinliğini sürdüren Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi’ nin (TİKA’nın ) sekiz ay önce, 2004 ekimden başlayarak Afganistan’da gerçekleştirdikleri vardı. Resmi makamlarla işbirliği içinde demokrasiye geçişte ve kalkınma sürecinde, istihdam arttırıcı projeleri, altyapı çalışmalarını sürdüren, Türkiye’den uzman yollayan, teknik yardım veren kuruluşun, Afganistan koordinatörü Cüneyt Esmer’di.
Ondan aldığım bilgiler doğrultusunda , Kuzeyde Mezar-ı Şerif’te ve Kabil’de sekiz okul inşaatının , Samengan’da Kız Meslek Okulunun , yine kuzeyde üç hastanenin , iki ana çocuk sağlık kliniğinin yapıldığını öğreniyorum. Hastanelerin işletmesini Afgan Sağlık Bakanlığı üstlenemeyince onların işletmesi de , okulların öğretmen ihtiyacını karşılamak , öğretmen eğitimini de gerçekleştirmek TİKA’ya kalmış. Bir de acil ihtiyaçlara (ücretsiz hasta bakımı, ilaç ve malzeme dağıtımı vb.) anında yanıt vermek gibi bir özellikleri var.
Bir de herkes gibi beni de çok heyecanlandıran projeleri , Mevlana’nın doğduğu evi restore etmek. Kuzey Afganistan’da , Mezar-ı Şerif ili, Belh İlçesi, Hacı Golak Köyü’ndeki ev onarılıp kültür merkezi olacak… (Türkiye sevgisinin nedenleri arasında kimi Afganlar, sık sık “Mevlana’yı paylaşıyoruz ya” diyorlardı. )
“Bizim bütçemiz büyük değil ama, hem tarihsel ilişkiler hem din birliği nedeniyle her projemiz burada çok büyük etki yapıyor”, diyor Cüneyt Esmer.
Bu arada Afganistan ziyaretinde Başbakan 100 milyon dolar vaat etmiş… Bakalım sözünü tutacak mı?
Yollar Türklerden Sorulur
Ne zaman Kabil dışına çıkmak, örneğin Herat’a, Kandahar’a, Mezar-ı Şerif’e ya da Bamyan’a gitmek istesem, “sakın ha, güvenlik…” diyorlardı. Hadi güvenlik sorununu ve sorumluluğunu üstlensem, uçak önermiyorlardı. “Gitsen bile dönemezsin, uçakların durumu, tarifelerin kesin olmaması, hava durumu, malum yüksek dağlar” diyorlardı… Karadan gitmek içinse “Sen yol durumunu Türklere sor, en iyi onlar bilir” diyorlardı…
Sonuç olarak, Kabil dışına çıkamadım ama yol durumlarına ilişkin çok şey öğrendim.
Dünyanın 70 ülkesi buraya mali yardım yapıyor ya… Bu mali yardımın büyük bir bölümü yollara gidiyor. 25 yıl savaş sonunda ülkede yol kalmamış. Hem yeni yolların yapımı, hem eskilerin onarımı, yol işlerinin yüzde 75’i Türk firmaları tarafından gerçekleştiriliyor.
Bunlar içinde en prestijlisi, herkesin dilinden düşüremediği Salang Tüneli…Yeryüzünün en yüksek (3.500 metre yükseklikte) dağlar arasındaki üç bin metre uzunluktaki, Kuzey ve Güney Afganistan’ı birbirine bağlayan bu tünel Ruslar tarafından 1964’de yapılmış; iç savaşta yıkılmıştı. Afganistan’ın , Dünya Bankası kredisiyle finanse edilen, ilk uluslararası ihalesi olan “ Salang Tüneli ve Kar Galerileri Rehabilitasyonu” işini alan ve tamamlayan Çukurova İnşaat oldu. Bunun dışında Maymana Barajı , Kabil-Kandahar, Kabil- Gardes, Kandahar-Herat, Gardes-Gazne yollarını gerçekleştirdiler…
Firmanın Afganistan yöneticisi Gazi Darıcı , “Tüm Afganistan ondan sorulur” denilen, Türkiye ve Türk insanını tanıtımda olağanüstü başarılı , başta Afganlar olmak üzere oradaki 70 ülkenin insanlarına kendini sevdirmiş, güvenlerini kazanmış biri… Tam bir büyükelçi gibi çalışıyor. Bir ayrıntı ama söylemeden geçemeyeceğim: Haftanın tatil gününde , arka bahçesindeki mini futbol sahasında uluslar arası futbol turnuvası düzenliyor. Afgan ve her milletten karma takımların maçlarında genel kural, her takımda en az iki kadın oyuncunun bulunması…
Farklı boyutlarda da olsa başlıca sorunun işsizlik olduğu Afganistan ve Türkiye’den beş bin işçi çalışıyor ve ailelerini geçindiriyor, Gazi Darıca’nın yanında…
Yol yapımında önde gelen bir başka firma Yüksel İnşaat. Ancak, onların en prestijli işi , Kabil’e ayak bastığınız an görmeden fark etmeden geçemeyeceğiniz, kentin orta yerindeki dev Amerikan Elçiliği yapısı… 130 milyon dolara mal olan yapı önümüzdeki ay bitecek. Halen 750’si Türk, 250’si Afgan bin işçi çalışıyor yalnızca bu inşaatta…
İki istek
Afganistan’dan ayrılmadan önvce orada karşılaştığım her Türkten, yalnız BM çalışanları ya da yönetici kadrolarındaki değil, tüm işçilerden de duyduğum iki isteği, iki dileği belirtmeden bu yazı dizisini bitirmeyeceğine dair, oradakilere söz verdim: Afganistan’da dört bini aşkın Türk işçisinin çalıştığını anımsatırım.
Birincisi: Afganistan’da Ziraat Bankası açılsın. (Hele işçiler, para transferlerinde büyük sorunlar yaşıyorlar.)
İkincisi: THY Kabil’e seferleri bir an önce başlatsın. (Bunu tekrar tekrar söyleyenler, yalnız oradaki Türkler değil, hem yabancılar, hem Afganlardı. Orada görevli yaklaşık beş bin yabancı, her üç ayda bir “moral tatili” - “soluk alma tatili” allıyor ve “soluk almak” için Afganistan dışına çıkıyor. Şimdilik gidebilecekleri tek soluk alma yeri Pakistan ya da Dubai. Neden Türkiye olmasın ki!
İşte sözümü yerine getirdim.
Bu diziyi bitirmeden bir de teşekkür görevim var : Başta Hikmet Çetin olmak üzere Kabil’de bana vakit ayıran, sorularımı yanıtlayan, yol gösteren herkese yardımları için teşekkür ediyorum. Verdiği tüm bilgilerle önümde Afganistan ufkunu açan, pratik çözümlerle çalışmamı kolaylaştıran politik danışman Faruk Kaymakçı’ya ve Kabil’in kültürel , tarihi yerlerini bana tanıtan ve bu dizide kimi fotoğraflarından yararlandığım Şener Tekbaş’a sonsuz teşekkürler… (Kabil Müzesi’ni ve yok edilen kültür mirasını Cumartesi Kültür sayfasında bulacaksınız.)
İçimdeki Sorular
Kabil günlerim sona eriyor … Dillerden düşmeyen, “Kabil’de yaşanan her gün bir aya bedeldir” sözüne inanacak olursam, sekiz ay kaldım Kabil’de…Kendi kendime, hem ne çok şey gördüm diyorum, hem de belki de hiçbir şey görmedim…
Gördüklerim, dinlediklerimin yanında hiç kalır…
Dinlediklerim, hissettiklerimin yanında hiç kalır…
Büyük güçlerin yeryüzünü paylaşım kavgasıyla başlayan ; sömürü, baskı ve savaşlarla gelişen; şiddet ekilip korku biçilen bir süreçten geçmişti Afganistan… Bu süreç bitti artık diyordu tüm raporlar ve dünyaya egemen iletişim araçları… O süreç bitti… Acaba? Acaba? Acaba? Acaba? Diyordu yüreğimin sesi…
“Taliban içimizde… Taliban kafalarımızda… Taliban’ı biz yarattık, biz besledik, biz benimsedik… Biz kabullendik” değerlendirmeleri bir yana, sanki Sovyetler’e karşı savaşan Mücahitler daha mı iyiydi? Hani, egemen olur olmaz, ülkedeki öğretmenlerin dörtte üçünü, kız çocuklarını da okuttular diye, öldüren mücahitler? Her biri kendi ordusunu, kendi cezaevini, kendi yasalarını kuran Savaş Ağaları???
Yalnızca dış yardımlar ve uyuşturucu geliriyle ayakta kalan, ayakta kalmaya çalışan bir ülkede: Çalışmaktansa, hiçbir şey yapmadan dışarıdan gelecek parayı bekleyenler çoğunluktaysa… Kırsal alanda yaşayan çoğunluğun, haşhaş ekmekten başka çaresi yoksa… Şimdi hangi araç, hangi dükkan, hangi ev patlayacak diye ortalığa korku egemense … Sokakta yürümek, bir kahvede çay içmek, lokantada yemek yemek, otomobil kullanmak, çocuğunu okula yollayabilmek cesaret işiyse… Bir kadının Batılı giyimi , içki içmesi , gülmesi, şarkı söylemesi , öldürülmesi için yeterli neden sayılabiliyorsa biz hangi kalkınmadan söz ediyoruz?
Yarınlara doğru
Tamam, umutsuzluğu bırakıyorum. İyi şeyler de oluyor Afganistan’da.
İşte , oyların yüzde 55,4 ‘ünü alarak Başkan Karzai 2004 Aralıkta göreve başladı. Kimileri onu “Amerika’nın kuklası” diye değerlendirse de, ABD ile “stratejik ortaklığa” öfkelense de, şimdilik başka bir şansları olmadığının bilincindeler…
İşte , aralarında eli kanlı Savaş Ağaları bulunsa da Bakanlar Kurulu kuruldu. Bir aksilik olmazsa, 18 Eylül’de Parlamento seçimleri var…
İşte istikrarlı bir para birimi sağlandı. GDP büyüme hızı yüzde 16… Orduyu kurmakta, Emniyet Teşkilatını kurmakta önemli yol aldılar… Alt yapı çalışmaları hızlandı, yollar yapılıyor, okullar, hastaneler yapılıyor, eğitim seferberliği var, öğretmenler eğitiliyor, adalet sistemi yerleştirilmeye çalışılıyor…
“Biz böyle değildik. Uygar bir ülkeydik. Bir zamanlar insan gibi yaşardık. Çok değil, 30 yıl önceydi…” diye başlayan öyküler…
Bir yanda , kabinesine Savaş Ağlarını aldı diye Kazai’yi eleştirirken, öte yanda, Amerikalı güvenlik görevlisinin komutunu anlamadığı için öldürülen Afganlının hakkını aramayan Kabil’liler…
“Sekiz yıldır, on yıldır buradayım ama ilk kez ne olacağını bilmiyorum, en çok bu belirsizlik beni korkutuyor” diyenler…
Yabancı güçlerin, Afganistan’a asla kendi tarihsel ve politik gelişmesini sürdürmek şansı tanımadıklarına inananlar ve buna isyan edenler…
“Çok işimiz var… Her şey düzelecek… Ama zaman alacak… Yeter ki, dünya elini buradan çekmesin” diyenler…
“Biz Türkiye imajını örnek almalıyız, bu çok önemli “ derken kafalarında ve yüreklerinde “Ilımlı İslam modeli” değil, laik bir devlet ve toplum yapısını özleyenler…
“Gelecekten umutluyum… Bu yaşadıklarımızdan daha kötüsünü yaşayamayız ki…” sözleriyle insanı kahredenler…
Bütün bunlar içimi yakıp tutuşturuyor… İçimdeki yangınla Kabil’den ayrılıyorum… Döndükten sonra ve bu dizi boyunca okurlardan aldığım mesajlarla içimdeki yangın büyüyor, büyüyor, büyüyor…
BİTTİ.
16 Haziran 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler