Menü

35. Ölüm Yıldönümünde Bedri Rahmi Eyüboğlu...


17 Eylül 2010 - Zeynep Oral -

Sevmeye adanmış bir yaşam…

"Ey Sanat! Seni bana musallat ettiler . Eğer ben de seni başkalarına musallat etmezsem , yuf olsun!!!"

Bu sözleri kendimi bildim bileli benimsedim. Öylesine benimsedim ki, mesleğe başladığım günden beri en büyük çabam bu oldu : Sanatı, sizlere de musallat etmek!

Siz de sanatı başkalarına musallat edin ki, yeryüzünü ve ülkemizi biraz daha yaşanabilir kılalım...

Bu sözlerin sahibi , ben değilim. Bunu söyleyen Bedri Rahmi Eyüboğlu.. (1911- 21 Eylül 1975) Renklerin ustası, sözün ustası, şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu...

Sevmek hep sevmek

O, hem resim dünyasında yaşadı , hem de şiir dünyasında… Ama en çok, en çok bu ülkenin toprağında, suyunda, havasında yaşadı.

Doğaya tutkundu. Yaşama tutkundu. Anadolu’ya tutkundu. En çok tutkularında yaşadı.

Yaşamının her anını, dolu dizgin yaşamaya , soluk soluğa yaşamaya adamıştı. Yaşamı coşkuyla sevmeye, tutkuyla sevmeye adamıştı.

"Sevmek bu dünyayı çerden çöpten
Sevmek bir zerresini ziyan etmeden
Sevmek dinlenmeden sevmek..."

Renklerle, çizgilerle, ya da bin bir sözcükle, şiirinde ya da resimlerinde yaptığı, bu sevgiyi ve yaşama sevincini ortaya koymaktı.

Şiirlerini hep bu coşkuyla yazdı. Resimlerini hep bu coşkuyla yaptı.

Şiirlerine resmi; resimlerine şiiri kattı.

Halk şiirinin deyişlerinden, türkülerin , masalların, tekerlemelerin özelliklerinden yararlandı. Onları çağdaş bir kucaklayışla , yalın bir dille, hani neredeyse yüreğine banarak yeniden yarattı. Şiirleri tanığımdır.

“İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum. Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter. İğribüğrü, kör, topal, kabulüm…” derdi.

Benim gençlik yıllarımda, yüreğinde sevda taşıyan her delikanlı , cebinde bir de onun şiirini taşırdı:

"Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın
Vebalimsin.
Dili mercan , dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın."

Halktan aldıkları

İstanbul ve Paris’de resim eğitimi almıştı. Onun resmi halktan aldıklarından kaynaklanıyordu. Anadolu toprağından, masallarından, söylencelerden, türkülerden, el işlerinden , nakışlardan, oyalardan; Akdeniz’in güneşinden, Karadeniz’in dalgalarından, Ege’nin kıyılarından; en çok en çok insan yaşamından ürettiği, çoğalttığı renklerle, çizgilerle, lekelerle resim yaptı.

Kilimler, yemeniler, nakışlar, yazmalar, çarşılar pazarlar, Anadolu toprağı, kokusu, ovaları, suları, balıkları, takaları , kayıkları, yıldızları, geceleri, evleri , bin bir yöresi , en çok da insanları ve renkleri onun kalemiyle, fırçasıyla bir cümbüşe dönüştü. Yazma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi, litografi... Kullandığı araçlar değişti, yüreğiyle yarattığı cümbüş değişmedi!

Aşkın resmini çizdi… Kendi yüzünün bin bir halini çizdi… Kendi yüzünü ya da sevdiğininkini çizerken, dünyayı çizdi.

Bedri Rahmi, şiirindeki gibi, resimlerinde de, Batının teknik ve olanaklarıyla Anadolu kültürünün, halk sanatlarının zenginliğini, duyarlığını bir bireşime ulaştırdı. Anadolu topraklarındaki kültürün sürekliliğini ve bütüncüllüğünü hepimizin kıldı.

Kocaman Yürekli çocuk

Bedri Rahmi’yi, gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda tanıdım. Onunla karşılaşmadan önce de şiirlerini ezbere bilirdim.

Onunla Narmanlı Yurdu’ndaki atölyesinde ilk karşılaştığımda çok şaşırdığımı anımsıyorum:Dev gibi bir cüssesi vardı. Gülümsemesi kocamandı, öfkesi kocamandı, konuşurken, nereye koyacağını bilemediği elleri kollarıyla yaptığı hareketler kocamandı… Bedenine birkaç boy büyük gelen bir pantolon; dizlerine kadar inen kocaman renkli bir gömlek giymişti! Kocaman bir yüreğe sahip olduğunu çok geçmeden öğrendim.

O ilk karşılaşmada, onu bir şair bir ressamdan çok, kahvenin kabadayısına, bir balıkçıya, bir taş taşıyıcısına, bir maden işçisine, ya da ne bileyim, Anadolu’nun bağrında, en sıradan bir insana benzettiğimi anımsıyorum.

Zaman içinde o “halk adamlığı” ve “sıradanlığı”nın görüntüden değil, düşünce biçiminden kaynaklandığını kavrayacaktım.

O ilk karşılaşmada, bu koca devden önce çok çekindiğimi anımsıyorum. Ama bunlara karşın, daha önce hiç tanımadığı biriyle konuşurken dahi, gösterdiği ilgiden, gözünün değdiği her şeyi merak etmesinden, konuşurken çevresine saçtığı insan sıcaklığından müthiş hoşlandığımı da anımsıyorum…

Koca devin içinde yeryüzüne ve yaşama merakla, sevgiyle, sevinçle bakan bir çocuk vardı.

O çocuğu çok sevdim.

İlk karşılaşmadan sonra, o benim için tanıdığım en babacan , en rahat, en kalender, en savruk şair ve ressam , ama kesinlikle bir “ Çağdaş Derviş” oldu çıktı.

Aramızdan 1975 Eylülde ayrıldığında henüz 62 yaşındaydı. Ben de bir çokları gibi ona doyamadım.

Cumhuriyet - 17 Eylül 2010

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.