Menü

22 Yıl Sonra Hindistan ve Katmandu (1)


02 Nisan 2002 - Zeynep Oral -

Hindistan ya da Kozmik Kargaşa...

Büyülü bir bahçedeydim.
Havaya hurma değilse de tütsü kokusu yayılmıştı. Güneş batmış, ortalık çepeçevre kızıllığa bürünmüştü. O kızıllıkta çevremde yükselen toprak rengi şekilleri seçmekte zorlanıyordum...

Kızıllık yavaş yavaş yerini karanlığa bıraktığında, önümde uçsuz bucaksız uzanan yeşilliğin ortasına gökyüzünden bir ışık süzüldü. Işık düştü, düştü, düştü, ağaçlar arasındaki su birikintisinin üzerinde durdu.

Su birikintisinde ya da o küçük gölde Benares baş rahibinin güzeller güzeli kızı Hemavati yıkanmaktaydı.
Işık dediğime bakmayın, gölün üzerinde duran ve hayranlıkla Hemavati'nin yıkanışını seyreden, Ay tanrısı Çandra'dan başkası değildi. Genç kızı gördüğü an ona vurulmuştu. Fazla oyalanmadı, nilüferler arasına göle indi, Hemavati'yi kucakladı.
Hamavati karşı koymayı aklının ve yüreğinin ucundan bile geçirmedi.

Sabaha dek seviştiler.

Gün ağarmak üzereyken gözyaşları içinde birbirlerinden ayrıldılar. Ay tanrısı Çandra, gökyüzüne , olması gereken yere dönerken, sevdiğine şöyle sesleniyordu:
"Git çocuğumuzu Kacuraho'da doğur. Çünkü oğlumuz Çandravarman , Çandela krallıklarının atası olacak ve başkent Kacuraho bizim şanımıza layık görkemli tapınaklarla donanacak. "
Ve sevgili okurlar, her şey Ay tanrısı Chandra'nın dediği gibi oldu. Hemavati çocuğunu Kaçuraho'da doğurdu. Çandela Krallıklarının başkenti Kacuraho , yeryüzünün en görkemli tapınaklarıyla donandı.

Yaşam ve Ölüm

Bütün bunlar yüzlerce yıl önce olmuştu . Ama ben bütün bunları şimdi, bugün izliyor ve çevremde birbirinden görkemli tapınakların şekillenip var olmasına tanıklık ediyordum. Çünkü Hindistan'daydım. Çünkü Kacuraho'daydım. Çünkü Kacuraho'da tapınakları barındıran büyülü bir bahçede , "ses ve ışık gösterisini" izliyordum.

Ben o bahçede mitolojik öykülerle kanatlanıp, teker teker aydınlanan tapınakların büyüsüne kapılmışken, bahçenin dışında hayat devam ediyordu. Ölüm de...

Daha iki gün önce Hindistan'ın Gucarat eyaletinde, Hinduları taşıyan bir trene Müslümanlar saldırmış , treni ateşe vermişti. Sonuç 14'ü çocuk, 25'i kadın 58 kişi ölmüş , 88 kişi yaralanmıştı. (Burası Sıvas değil... Burası, Madımak Oteli değil... Burası...Sayıklamayı kes Zeynep!) Bir gün sonra , Hindular intikam alacaktı. Eyaletin başkenti Ahmedabad' da Müslüman mahallelerine saldıran Hindular, evleri kundakladılar, dükkanları, işyerlerini yağmaladılar, ellerinde kılıçlar, palalar, bıçaklar sopalarla sokaklarda dehşet saçtılar. Sonuç: 150 Müslüman öldü.

Hayır, tam da bunlar olurken, benim bulunduğum Kacuraho, ülkenin en batısında bulunan Gucarat eyaletinde değildi. Hemen yanındaki , ülkenin orta bölümündeki Madya Pradeş eyaletindeydi. Üstelik o eyaletin en doğusundaydı...
Hayır, Hindistan'a din ve mezhep kavgalarını, tırmanmakta olan şiddeti görmeye izlemeye gitmedim. Bundan yirmi iki yıl önce, 1980'de çıktığım Hindistan ve Nepal yolculuğumun tadı damağımda kaldığı için, o gün bugün yeniden oralara dönebilmek ateşiyle yanıp tutuştuğum için gittim.
1980'de tek başıma çıkmıştım bu yolculuğa. (Hey gidi gençlik!) Bugün ise Fest Turizm'in sunduğu programın cazibesine kapılıp, yöneticisi Faruk Pekin'in Hindistan , Hinduizm, sanat tarihi bilgisine , birikimine ve rehberliğine takılıp, düştüm yollara...
Kaçınılmaz olarak, bu kez gördüğüm, yaşadığım her şeyi, yirmi iki yıl önce gördüklerim ve yaşadıklarımla karşılaştıracak, kah düş kırıklığı, kah bulutların üzerine kanatlanma arasında gidip gelecek, durdurulması imkansız zamanın ve Hindistan'ın çok katmanlı, karmakarışık labirentlerinde, görmeye, kavramaya, anlamaya çalışacaktım.
Çelişkiler

Delhi - Caypur- Agra - Kacuraho - Varanasi...
Hindistan'daki beş durağım... Her birinde zaman durmuş gibiydi.
Her birinde birkaç yüzyılı bir arada yaşıyordum. Varanasi'de , zaman iki bin yıl öncesinde durmuştu, Kacuraho'da , dokuzuncu yüzyılda ; Agra ve Caypur'da İslam'la on ikinci , Moğol Krallıklarıyla on altıncı yüzyılda durmuştu zaman. Ajanta dağlarında beş bin yıl öncesinin resimleri heykelleri kültür zenginliğini sunarken, güneydeki Bangalor'da , bilgisayar araç, gereç üretimiyle , Calfornia'dan sonraki en büyük "Silikon Vadisi" yaratılıyordu.
Hindistan'da zaman durmuş gibiydi. Farklı yüzyıllar, farklı zaman dilimleri iç içe geçmiş, aynı anda yaşanıyordu. Kentlere, yörelere damgasını vuran inanç mimarisiyse, onları yaşatan insanlardı.

İnsanlar... Hindistan bir milyar otuz milyon nüfusuyla ,Çin'den sonra en geniş nüfusa sahip ülke. Ve boğuştuğu belli başlı sorunları çözememenin nedeni, bu nüfus çokluğu. Bizde "çoğalın, çoğalın" fetvasını veren politikacıların Hindisan'ı dolaşmalarını öneririm. (Sorunlara daha sonra geleceğim.)
Bu insanlar yaklaşık 750 dil konuşuyor. Anayasada resmen tanınmış 15 dil var. Resmi diller arasında İngilizce de var. İşin ironisi şurada : Sömürgecinin dili, farklı diller konuşan halkların anlaşabilmesinde en etkin olan dil. En okumuşundan "sokaktaki adam"a , herkes İngilizceyle Hintçe (Hindi) dilini karıştırıp konuşuyor. Aynı cümlede hem ondan hem bundan... Hindistan'da olduğum günlerde Naipul'un da katıldığı önemli bir edebiyat kongresi vardı. Ve İngilizce yazan Hintli yazarlarla , kendi dillerinde yazan Hintli yazarlar arasında süren kıyasıya savaş , her gün basına yansıyordu.

Dinler
Birçok dinin doğduğu yer olan Hindistan'da, nüfusun yüzde 82'si Hindu, yüzde 11'i Müslüman (yaklaşık 110 milyon), Hristiyanlarlar, Sigh'ler, Budistler , her biri yüzde 2 dolaylarında.
Hinduizm güncel yaşamda egemen olan yalnız bir inanç değil, aynı zamanda felsefe, düşünce ve yaşama biçimi. Bu dünyayla öteki dünya, yeryüzüyle cennet, kutsal olanla kutsal olmayan arasında fark gözetmiyor. Binlerce tanrısı (daha az tanrıçası) ve her birinin binlerce görünümü var. Hem ölümsüzler hem de herkesin yaptığını yapıyorlar . Sevişiyor, savaşıyor, yiyor içiyor, kıskanıyor, küsüyor, kızıyor, ödüllendiriyorlar... Hemen belirteyim onların hepsi tek bir üstün varlığın farklı görünüşlerinden başka bir şey değil. (Hindu ve Budist tanrıları "Uzak Doğu'm" ve "Katmandu'dan Meksika'ya" kitaplarımda bol bol anlattığımdan bu kez kısa keseceğim.)
Sigh'ler , Hindu ve İslam'ın kimi öğelerini bir araya getirip uyguluyorlar. Onları ilk bakışta tanıyorsunuz. Erkeklerin kesilmeyen saç ve sakallarından, başlarına sardıkları sarıktan...
Hindistan'da yöreden yöreye dolaşırken çarşaflı ya da türbanlı tek kadına rastlamadım. Müslüman kadınların başları açık. En fazla sarilerinin ucunu çekiştirip, başlarının üzerini ve çenelerini kapatıyorlar o kadar.

Yukarıda anlattığım ölümlerle sonuçlanan Hindularla Müslümanlar arasındaki çatışma, Ayodhya kentinde cami mi yapılsın tapınak mı kavgasından çıkmıştı. Orada 9 yüzyılda tapınak varmış. 16 Yüzyılda tapınak yıkılıp cami yapılmış. 1992'de Cami yıkılmış. O zaman 3 bin kişi ölmüş. Kavga hala sürüyor. Konuştuğum her Hintli "Ne cami, ne tapınak, hastane ya da okul yapılsın " derken, "aslında bu olaylar, politikacıların çıkar ilişkilerini kollama ve oy toplama hesaplarıdır" diye eklediler. Doğrusu hiç yabancı gelmedi!
Hindularla Budacıları da birbirinden ayırmak zor. Budizm, Hindu dininden doğmuş bir inanç. Tanrıları, efsaneleri, öyküleri, birbirine çok benzer. Tanrıların adları, işlevleri değişse de amaç değişmiyor: Amaç, sonsuza dek sürecekmiş gibi görünen "yaşam- ölüm- yeniden doğum- yaşam - ölüm"(reenkarnasyon) zincirini kırıp, ruhun özgürlüğe , insanın "Aydınlanma"ya ya da "Nirvana"ya kavuşmasıdır.
Ancak arada büyük bir fark var: Hindu inancı kast sistemini de beraberinde getiriyor.

Kastlar
Hayır , ilk bakışta kast ayırımını fark etmiyorsunuz. İlk bakışta fark edilen korkunç yoksulluk. Önce , bu ülkede sanki herkes çok yoksul duygusuna kapılıyorsunuz. Sonra duvarlar ardındaki villaları, büyük otellerden içeri girdiğinizde varlıklı Hintlileri , sonra caddelere ineklerin, domuzların, tavukların arasında, 50'lerden kalma İngiliz Ambasador dizaynlı eski püskü otomobillerin yanında lüks otomobillerin yol bulmaya çalıştıklarını görüyorsunuz.

Sonra konuştuğunuz her Hintli , en sıradan bir diyaloğun bir yerine "zaten ben şu kasttanım" diye sıkıştırıveriyor.
En çarpıcı örneklerden biri Pazar günü çıkan gazeteler. Hepsinde sayfalar boyu ilanlar var: Şu yaşta, şu görünümde, şu işte çalışan erkek / kadın, şu şu özelliklere sahip eş arıyor. Kimi Oxford, Yale, Harvard gibi gavurun en ünlü üniversitelerinden mezun olduğunu bile yazmış. Ve en altta tek satır, "şu kasttanım" ibaresi!

Anladınız elbet: Kastlar arası evlilik kesinlikle yasak. Kastların birinden ötekine geçilemez.
Hindu inancında rahipler sınıfı Brahman'ların getirdiği uygulamayla dört kast var: En tepede Brahman'lar (rahip, din adamları). İkinci kast: Kşatriya'lar ( asker ve yöneticiler). Üçüncü kast Vaişya ( ticaret, serbest meslek, tarım). Dördüncü kast: Şundra'lar (köylüler ve ilk üç kasta hizmet edenler) . Bunlarında dışında kalan dokunulmazlar ya da Gandi'nin durumu yumuşatma çabasıyla onlara verdiği adla "Tanrının çocukları" ya da Hariciler...

Yalnız iş bu dört kastla bitmiyor. Her biri kendi içinde de renge, aileye, atalara göre bölünüyor. Onların da bir sürü kuralları var.
Yaşam boyu hem tanrıları mutlu edeceksiniz, hem kastın kurallarını uygulayacaksınız , hem yaşam ölüm zincirini kırmaya çalışıp, ruhunuzu özgürlüğe kavuşturacaksınız, hem de yaşamaya çalışacaksınız, inanın hiç kolay değil. Ama kimse bu işleri zor bulmuyor, herkes yaşamından bir memnun, bir memnun. Zaten Hindistan onlara göre evrenin ve kozmik gücün merkezi, ülkeleri ana-kıta... Karşılaştıkları güçlere "kozmik kargaşa" deyip, gülüp geçiyorlar.

Agra'da, Tac Mahal'ı ziyaret eden bir grup genç kızla tanıştım. Bombay'dan gelmişlerdi. (Bu arada artık Bombay'ın adı, İngilizlerden kalma Bombay değil, yeniden Mumbay oldu!) Hiç biri asla ama asla başka bir kasttan biriyle evlenmeyi, aşık olmayı akıllarından bile geçirmemişti. "İmkansız, aileler, komşular yaşatmaz" diyorlardı. Ve şimdiye dek böyle bir işe kalkışanı ne görmüşler, ne duymuşlardı. Kızlara, o akşam ki programlarını sordum. "Akşam parti veriyoruz. Televizyondaki Hint-MTV kanalındaki müzik eşliğinde dans edeceğiz" deyip, "acayip" sorularıma gülerek uzaklaştılar.

22 Yıl sonra
Yirmi iki yıl sonra Delhi'ye yeniden döndüğümde, ilk dikkatimi çeken kentin çok hem de çok daha temiz olduğuydu. Yalnız İngilizlerden kalma Yeni Delhi değil, binlerce yıllık eski Delhi de temizdi.

İlk gidişimde Kırmızı Kale'den başlayıp, kentin bir ucuna uzanan Çandni Çovk sokağında bir akşam vakti yürüdüğümde, ölüyorum sanmıştım. Dünyam kararmış, yeryüzü kararmıştı. İnsan, hayvan, (fare, inek, domuz, horoz, tavuk) el arabası, bisiklet, otomobil seline kapılıp sürüklendiğimde, sokakta ölülere, ölenlere, ölmek üzere olanlara rastlamış, yerlerde birikmiş çöplüklerden karınlarını doyuranlara , birbirinin ağzından lokmasını kapanlara rastlamıştım. O zaman yazdığım yazıyı, "Yeryüzünün bir yerinde Çandni. Çovk Sokağı varsa, baka bir yerinde mutluluk olamamalı" diye bitirdiğimi anımsıyorum.
Hayır, bu kez aynı sokakta böyle şeylere rastlamadım. Her şeyden önce kentin merkezi sayılan Kırmızı Kale'nin çevresinde "Tanrının çocukları"nın üst üste yaşadığı, gecekondu misali kurulmuş derme çatma karton kaplı yapılar, binlerce çadır artık yoktu, kaldırılmıştı. Kırmızı Kale'nin çevresi yemyeşil çimenler, çiçek ve ağaç düzenlemeleriyle kaplıydı.
Kentteki hem İslam , hem Hindu ibadet mekanlarının çevresi de düzenlenmiş, toparlanmış, temizlenmişti.
Elbet şu son kullandığım sözcükler hep göreceli... İlk kez Delhi'ye gelenler arasında, tozdan ve kokudan bunalmamak için ağzını burnunu örten de var, yolda yanı başında yürüyen hayvanlara şaşan da... 12 Milyonluk kentte çöpler yine zor toplanıyor ama toplanıyor... Ve her kentte, her köyde, eski alışkanlık, hala tek tük de olsa , eteğini kaldırıp, pantolonunu indirip, yol kenarda ihtiyaç molası verenlere de rastlanıyor.
Ancak bütün bunlar , Hindistan'ın sunduğu muhteşem kültür birikimi, çok zengin, çok boyutlu, çok katmanlı sanat tarihi ve keşfedilmesi gereken farklı dünyaların yanında önemsiz ayrıntılar olarak kalıyor.
Öyleyse haydi, Ay tanrısı Çandra ile güzeller güzeli Hemavati'nin aşk çocuğunun kurduğu Kacuraho'ya , oradan kutsal Ganj Ana'nın evi Varanasi'ye yönelelim.

2 Nisan 2002

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.