"Teatro a Corte"
16 Temmuz 2010 - Zeynep Oral -
Kültürel kalkınmasız gelişme olmayacağının bilincinde bir festival:
"Teatro a Corte"
Yalnızca sanayi aracılığıyla zenginleşmeyi ne kendilerine ne de güzelim kentin onuruna yedirememiş Torino’lular. Kültürel kalkınma olmadan gelişme olmayacağının bilinciyle, Torino Tiyatro Festivali’ni kurmuşlar. Bu uluslar arası festivalin özelliği birbirinden çok farklı disiplinleri bir araya getirmesi, sınırları zorlaması, yeni bir dil arayışına girmesi...
Bu yıl onuncu yılını kutlayan “Teatro A Corte" (Saraylarda Tiyatro), merkezi Torino’da olmak üzere Piemonte bölgesinde geniş bir alana yayılıyor. Burası, 1500’lerden başlayarak Savoya Krallığının başkenti olduğundan , saray yavruları, şatolar, kaleler ve kulelerle donatılmış durumda. BU tarihi yapılara, kimi kalıcı kimi geçici çağdaş etkinlikler yerleştirerek, çeşitli müdahalelerde bulunarak onları yaşama katıyorlar. “Teatro A Corte" özetle “Saraylarda Tiyatro" olmaktan çıkıp, yaşamda tiyatroya dönüşüyor... (Daha bu iilk paragraftan kıskançlığımı sezdiniz herhalde! Koca yıl geçti gidiyor, bırakın tarihi yapıları, 1970’lerden kalma AKM’yi yaşama kavuşturamadık daha! )
Temmuz ayında üç hafta süren festivalin üç gününe tanıklık ettim. Her akşam birkaç temsil:.. Tiyatro , dans, dans tiyatrosu dışında, yörenin geleneklerine bağlı olarak kukla, sokak gösterileri, cambaz, mim ve pandomim gösterileri... Saraylardaki “performanslar", tiyatro salonlarındaki oyunlar ve sokak gösterilerinin yanyanalığı... Her sabah, bir akşam öncesinin yumlarını, dünyanın her bir yanından gelmiş tiyatro eleştirmenleri ve tüm sanatçıların katılımıyla tartışma...
Üç güne sığdırdığım altı oyun / performans ve dört ayrı mekan heyecana vericiydi. Elbet arada düş kırıklıkları yok değildi.
Sahnede kar yağıyorsa
Önce şu düş kırıklığımı söyliyeyim de bitsin: Belçika’dan gelen “Kar" adlı dans... Ne zamandır adını duyduğum hakkında çok şey okuduğum Michele Anne de Mey ‘in eseriydi. Bejart’ın yanında yetişmiş, 90’dan beri kendi topluluğunu kurmuş ve o gün bugün çok ünlenmiş dansçı ve koreograf De Mey bu eserinde bir buçuk saat boyunca sahnede “kar" yağdırdı. Hızlı, yavaş, tipi, fırtına, değişen hız ve yoğunlukta hiç durmadan yağan karın altında yedi dansçı üstelik hepsi de usta dansçılar dans ettiler. Üstelik Beethoven’in 7. Senfonisi eşliğinde (özellikle ha bire tekrarlanan o müthiş görkemli 2.bölüm eşliğinde)... Üstelik Torino’nun bir mücevherden farksız Kraliyet Tiyatrosunda...
Bunca görkemin bir araya gelmesi... Ve ben sadece sahnede yağan karı izliyorum... Dansçılarla, sahnedeki devinimle o yağan karın ilişkisini kuramuyorum. Daha doğrusu ilişkisinin olup olmadığı belli değil. Kar muhteşem, muhteşem bir biçimde yağıyor, müzik muhteşem, dansçılar da öyle “kelalaka!"
Aklımda fikrimde hep Çehov’un sözü: Sahnede bir silah görülüyorsa, oyun bitmeden o silah patlamalı...
"Devinimsiz Yolcular"
Philippe Genty adı çoğunuza yabancı değil. İstanbul’a topluluğuyla iki kez gelip seyirciyi büyülemişti.
Yeni oyunu “Devinimsiz Yolcular", ( önceki oyun ‘Devinimsiz Yolcu"nun çok farklı bir yorumu) şimdiye dek Philippe Genty’den izlediklerimden çok farklıydı. Zamanda ve uzamda bir yolculuğa çıkan bir grup oyuncu ve dansçı plastik okyanuslar, atlastan denizler , kumdan dağlari, kağıt çöllerden geçiyorlar. Ama ayni zamanda korkular, kabuslar, düşler, umutlar ve aşklardan geçiyorlar... İsyandan, dayanışmadan, daha güzel bir dünya olasılığından da...
Philippe Genty’nin eserinde öykü yok, psikoloji yok, , kesin cevaplar yok. Bol bol görsel şoklar var. Her izleyicinin farklı okumaları var. Mizah duygusu ve umut var. Bir de insanı uçmaya yöneltiyor!
Sokaklarda ve saraylarda
Torino sokak ve Meydanlarına egemen olan ise Portekiz’den gelen Teatro do Mar (Deniz Tiyatrosu) idi. Kentin en borok en şaşalı meydanların birine yerleştirilen birbirinden ayrı dört köşiedeki dört yüksek kulede dört oyuncu/akrobat... Dördü de kendi dünyalarında ... Her birinin kendi video/televizyon ekanı... Kulakları sağır eden müzik eşliğinde tıpkı televizyon karşısında zaplarmış gibi dilediğiniz kuleye gidip izliyorsunuz... Ama neden sonra dört kule yanya gelince yaşamın içinde birbirinden ilgisiz gibi görünen her şey arasında bağlar kurulmaya başlanıyor...
Torino’nun dışında (Otobüsle bir saatte ulaşılan ) Rivoli Sarayı , bu festivalin kurulmasıyla birlikte İtalya’nın en önemli Çağdaş Sanat Müzesine dönüştürülmüş. Ve festival boyunca neredeyse her bölümde farklı bir perfoprmans...
Italyan dansçı ve koreograf Ambra Senatore ve Ilaria Turba’nın kadınlık hallerini dile getiren; İngiliz Billy Cowie’nin 7 dakikalık şiir dolu dans filmi “ Yalnız Rüyalar" (yere yatarak izleyebiliyordunuz,) beni hiç terketmeyecek. Bu ikisi , eskiyle yeninin, ama ayni zamanda plastik sanatlar ve dansın nasıl bütünlenebileceğinin ve yeni bir dil yaratabileceğinin mükemmel örnekleriydi.
Cumhuriyet- 16 Temmuz 2010.
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler