Menü

"Gracias a la Vida"


11 Temmuz 2004 - Zeynep Oral -

Joan Baez'in konserindeyiz.
Açıkhava tiyatrosunda tek boş yer yok. Merdivenler bile dolmuş. Sağdaki soldaki duvarın tepesi dolmuş…
Tüm dinleyiciler, benim gençlik günlerimden kalma değil, yani büyük anne, büyük baba yaş grubundan değil elbet. Tahminimin aksine, bugünün gençleri çoğunlukta bile diyebilirim…

Sahnede dört müzisyeniyle göründüğü an ortalık alkıştan inliyor. Çok eskilerden bir şarkıyla açıyor konseri " Farewell Angelina"… İlk andan dinleyici istekleri haykırılmaya başlıyor: "Bütün çiçekler nereye gitti?" (Hayır bu kez , "çiçekleri kızlar kopardı, kızlar delikanlılara kaçtı, delikanlılar savaşa gidip öldü" olmayacak) Sahneden geri haykırıyor "İşte" diyor, "Bütün çiçekler burada" ve eliyle Açıkhava tiyatrosunu dolduran gençleri gösteriyor…

On bir yıl aradan sonra Türkiye'de hem eskilerden hem yenilerden söyleyecek (1988'de İstanbul ve Antik Efes 'deydi; sonra 1989'da İstanbul, Antik Efes ve Ankara Hipodrom'da; sonra 1993'de , Nazım Hikmet'in yaş günü kutlamaları için gitarını kapıp, "Bu size değil, kendime bir armağan" diyerek, İstanbul'da aramıza katılmıştı)
Göçmen işçilerle ilgili "Deportee"yi, en son plağı "Dark Chords on a Big Guitar" dan bir şarkı izliyor. Çok güvendiği bir müzisyenin Steve Earle'in "Christmas in Washington " şarkısını, savaş karşıtı , yol başlarını tutmuş eli kanlı canilere karşı şarkısını söylüyor. Woody Guthrie'leri Martin Luther King'leri, Ghandi'leri çağrıyor; şiddeti lanetliyor…

Yavaş yavaş ısınmaya başlıyoruz. Konuşmaya başladı mı, keyfi yerinde demektir…(Bir kez ABD'deki bir konserde, Nikaragua hakkında konuşunca, dinleyicinin biri "kapa çeneni de şarkı söyle" diye seslenmiş; o da, "Bu, kontralara yardım yağdıran hükümeti protesto konseridir istediğim kadar konuşurum. Bu ses benim, istediğim gibi kullanırım" diye geri haykırmıştı!)
Yine son plağından bir şarkı: "Gençler harika, benden 30, 40 yaş küçüklerle çalışıyorum, bunu yazan kadın benden 20 yaş küçük" diyerek sunduğu Natalie Merchant'ın "Motherland" i…

"Şimdi bana yardım etmelisiniz, bu şarkıyı en son 11 yıl önce söylemiştim" diyor ve "Kız Çocuğu"nun ilk notaları…Nazım'ın dizeleri, Zülfü Livanelli'nin bestesi…Yardım ediyoruz…Ortalık alkıştan inliyor. (Evde bol bol çalışmıştık)

Ve sonra çok yalın, ama çok zor bir şarkı: Onun geniş yelpazeye yayılan, duru sesinin tüm özelliklerini ortaya koyan, çalgısız, gitarsız, yalnız sesini kullandığı "Swing Low, Sweet Chariot" …(İstanbul'daki ilk konserinde 12 eylül darbesinin tüm şiddeti ülkeyi kıskaca almıştı. Ve Joan Baez bu şarkıyı "duvarların ötesindekiler" için söylemişti. Hem izdihamdan konsere giremeyenler, hem de hapistekiler için… Konser sonrasında yazdığım "O sesi duydunuz mu?" başlıklı yazıma , Türkiye'nin her köşesindeki hapishanelerden "evet, duyduk" diyen yüzlerce mektup alacaktım.)

Sonra tüm zamanların en güzel şarkılarından biri : "İlk konserimde burada benden en çok bunu istemiştiniz" diye sunuyor: " Jesse"

Ve yine başlıyor konuşmaya: "Türkiye'deki Barış Girişimine , tüm barış yanlılarına şu son iki yıl içindeki tavrınız için, etkinliğiniz için teşekkür ediyorum." diye başlayıp, Micheal Moore'un "Fahrenheit 9/11" filmiyle sürdürüyor.

Kısa bir es verip, "Bush, salağın teki!" deyince, millet önce bir şaşırıveriyor sonra alkış kopuyor. "Dünyada tek sorun Bush değil, ama sorunun büyük bir kısmı Bush… Çevresindekiler onu, o da dünyayı manüpüle etmeye çalışıyor" diye sürdürüyor… (Amerika konserlerinde de böyle konuşuyor, başına bir iş gelecek diye korkmuyor değilim doğrusu!)

"Bu söylediklerimin bundan sonra söyleyeceğim şarkıyla hiç ilgisi yok" dedikten sonra, çoook eskiden büyük aşkı Bob Dylan için yazdığı, muhteşem "Diamonds and Rust" geliyor. (Bu kadında var bir hınzırlık!)

Sonraki konuşmalarla şarkıların ilgisi var oysa. 60'lı yıllarda ilk konserlerinde kontratına koydukları "Zencilerin girmesi yasaktır" maddesini, yasağı delmek için, yanına beyazları alıp, zenci okullarına gidip şarkı söylediğini anlatıyor. Ve ardından Amerikan iç savaşı üzerine "The Night They Drove Old Dixie Down" şarkısı…Serbest Türkçe çevirisi: Güney'i yerle bir ettikleri gece…
Yenilerden "Elvis Presley Blues", eskilerden Lady Blue"yu, Ortadoğu'da şiddeti lanetleyen, silahları bırakmaya çağıran "Jerusalem" izliyor…

Ve yaşamı kutsayan, hayata, doğaya, yeryüzünün tüm nimetlerine şükreden "Gracias a la Vida!" ile konser sona eriyor.

İki saattir hiç aralıksız sahnede , ama kimse doyamamış. İzleyicinin onu bırakmaya hiç niyeti yok. Tek kişi bile yerinden kıpırdamıyor! Geri geliyor…

Sonra, tuhaf , acayip, büyülü bir şey oluyor! Ayağa kalkmış dört bin kişilik bir koro, Joan Baez'e iki şarkıda eşlik ediyor. İki ülkeden iki halk şarkısı, iki türkü : "Donna Dona"yı ve "Yiğidim Aslanım"ı tek ağız, tek yürek olmuş söylüyoruz…

Sevgili Okurlar, konseri izleyemeyenlerle paylamak istedim önceki akşamı…

Bu yazıyı okuduğunuzda O, Romanya ve Avusturya'da birer, Almanya'da 7, İtalya'da 5, Fransa'da 2 kenti kapsayan Avrupa turnesi için yollara düşmüş olacak…Yüreğinden gelen sesinin, doğru bildiklerinin peşinden…

Teşekkürler Joan Baez, iyi ki varsın!


11 Temmuz 2004

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.