Menü

" Bağdat Günlüğü 4 " İnsanlık onurunu korumak


20 Ocak 2003 - Zeynep Oral -

Bağdat Günlüğü - (4)

Kendi kurdukları fabrikaları, kendi elleriyle yıkmak zorunda kalanlar...

İnsanlık Onurunu Korumak...

Bağdat'ta beşinci günüm. Yine pırıl pırıl bir güneş , yine bahar havası. Sabahlar hep harika başlıyor , sonra gün boyu...

Akşam sürünerek, çıldırmış bir dünyanın, ahlaksızlığa suç ortaklığı etmeye hazırlanan bir dünyanın ağırlığı altında ezilerek dönüyorum otele.

Bugün Petrol Bakanı Amir Reşit'le görüşmemiz var. . Bu görüşmeyi , ABD'nin, dünyanın ikinci en büyük petrol rezervlerine sahip Irak üzerindeki hesaplarını, daha önce yazmıştım.( Cumhuriyet- 9 Ocak)

Gün boyunca kahvelere çıkıp giriyoruz. Kahveler hep dolu, erkek dolu, nargile, tavla, bol şekerli çay, duman dolu. Başka dil bilsin bilmesin, herkes konuşmaya, anlatmaya meraklı...

Bir gün önceki olayın etkisi halen sürüyor. Silah denetçilerinin 3 bin kişiyi altı saat boyunca koca bir mahallede ablukaya alması ("esir alması" diyor Iraklılar), herkesin içine oturmuş.

Silah Denetimcileri

Irak Dostluk , Barış, Dayanışma Derneği Başkanı El-Haşimi'nin ofisinde silah denetçilerine karşı baş sorumlu olan General El Sadi'yle görüşecektik. Kardeşi kalp krizi geçirmiş gelemedi. Onun yerine aynı görevi paylaşan, Sanayi Bakanlığında Planlama Müdürü, nükleer enerji uzamanı, Dr. Sami Al -Araji 'yle görüştük. ABD eğitimli, ağır başlı, içe dönük, retoriğe, abartıya sapmadan konuşan biri.

"1991 Nisanında karar verdiler, Mayıs ayında ilk ekip, ilk silah denetçileri geldi. Sonra yüzlercesi geldi Kuzeyden güneye, doğudan batıya, her yeri açtık. Koşulsuz, sınırsız ve anında açtık. Dört ayrı ekipleri var: Biyolojik, kimyasal, nükleer ve füze araştırması. Biz hepsiyle işbirliği yaptık. 1998'de tüm dosyalar kapanmak üzereydi. Aydınlanmayan bir iki nokta var diye ayrıldılar bir sabah. Nedir diye sormaya vakit olmadan akşama saldırı başladı. Günde 100 cruise füzesi bombardımanı... Dört gün sürdü. Sivil, askeri, tüm sanayi ve altyapı yok ettiler..."

"Biz en baştan işbirliği yaptık, cebimizde ne varsa verdik. Kendi ellerimle yıktım, kurduğumuz sanayii. Onlara ne kadar yardımcı olursak, ambargonun o kadar çabuk kalkacağına inandık. Ama ambargo kalkmadı. Hala da sorgusuz sualsiz her dediklerini, her istediklerini yapıyoruz. Eğer bir eksiğimiz varsa, neyi eksik bulduğunuzu söyleyin dedik. Ama söylemediler. "

Onu dinlerken, acıdan çok, aşağılanmanın , kırılan onurun izlerini görüyordum.

"BM kararına göre bizden istedikleri raporu, 1200 sayfa diye çok buldular. Elbet büyük olacaktı. Her şeyimizi belirttik Burada bira gazoz fabrikalarını bile denetleyen onlar. Raporu vermeden eğer ABD ya da İngiltere'nin bir bildiği varsa, söylesinler , onu da ekleyelim dedik. Ama hiçbir şey söylemediler."

27 Ocakta silah denetçileri yeni raporlarını açıklayacaklar.

"Hayır, 27 Ocaktan korkmuyorum... Eğer meslek ahlakına ve hukuk kurallarına uygun davranırlarsa, korkmuyorum."

Bizim oteldeki yabancı dostlara göre silah denetçilerinin çoğu CIA için çalışıyor. Çok yaygın bir söylenti bu.

Yıkıntıda biyolojik silah

Bir süre önce 2002 yılının ekim ayında, Başkan Bush'un peşine takılmış Başbakan Blair, bir konuşmasında Irak'ın tehdit oluşturduğunu söylerken , kimyasal silah üretilen yer olarak Al Dawrah'ın adını veriyordu. Bağdat'a geldiğimiz ilk günden beri de Scilla, orayı görmek istiyordu.

Bağdat'ta altıncı günüm. Dr. Al-Araji bizi kent dışında ,güney doğu yönündeki Dawrah köyüne götürüyor. Oradaki Hayvan Aşılama Enstitüsüne...

Köyün de dışına çıktık. Geniş bir arazide tek katlı bir yapı... Burası şap hastalığına karşı hayvanların aşılandığı bir çiftlik ama aynı zamanda aşıların geliştirildiği araştırıldığı bir merkez. Yani bir zamanlar öyleymiş.

Ana yapıya girerken, kapıdan dama her yana yerleştirilmiş kameraları görüyoruz. İçeri giriyoruz... İçerisi tam bir yıkıntı. Yarım kalmış bir inşaat gibi. Duvarlar sökülmüş, koca koca cihazlar parçalanıp dört bir yana saçılmış. Çok geniş metal silindirler, borular , buruşturulmuş kağıda dönmüş. Yerlerde toza dumana karışmış kitap defter sayfaları ... Havalandırma boruları kesilip içine çimento doldurulmuş...Tam bir enkaz yığını...Ve enkaz yığınının her köşesine çevrilmiş kameralar...

Yıkıntının içinde dolanırken biri bize tok bir sesle açıklamalarda bulunuyor:

"Burası 1982'de aşı üretimine geçmişti. Yüz kişi çalışıyordu. Atmışı teknik eleman , kırkı memur. Ortadoğu'nun en büyük , en ileri aşı enstitüsüydü. Örnek gösterilen, referans laboratuarı işlevini gören bir araştırma merkeziydi. 3 tip aşı üretiyorduk. Başka ülkelerden bize örnek yollanır araştırma yapmamız istenirdi. "

"1994 'den beri denetçiler tam atmış kere gelip burayı incelediler. 1965 Yılında, biyolojik silah üretiliyoruz diye , burayı yıktılar, kapattılar. O gün bugün burası, bu gördüğünüz halde , çalışmıyor."

"Ancak geçen yıl, Sayın Blair, Irak biyolojik silah üretiyor diye ha bire tekrarlayınca, İngiliz parlamentosu kanıt istedi ve sayın Blair buranın adını verdi. Geçen kasım denetçiler yeniden geldi..."

Aklım almıyor. Buranın, değil aşı ya da herhangi bir şey üretmek, hani tavuk bağlasan durmaz durumda olduğunu bakan her göz görür. Batı, bu kadar mı kördü!

"Ölüyor gibi olmak"

Açıklamaları yapan o tok ses, giderek dalgalanmaya , titremeye başlamıştı. "95'de yıktıkları, kapattıkları fabrikayı görmek için geçen kasımda yeniden geldi denetçiler... Bu gördüğünüz perişan, rezil duruma bakıp, raporda yazılanlar yanlışmış deyip gittiler."

Her cümlede ses, biraz daha zorlanıyordu, müthiş bir ağırlığın altında eziliyormuş gibiydi.

"Geçen yıl İngiltere, binlerce hayvanını yaktı öldürdü, aşı yok diye. Oysa izin verselerdi aşıyı buradan alabilirlerdi."

"1998-99'da bir milyon hayvanımız öldü, iki milyon hayvanımız etkilendi. FAO'dan aşı almak zorunda kaldık... Bütün Ortadoğu'ya aşı ihraç ederdik buradan, şimdi nereden ithal edebiliriz diye aranıyoruz..."

Söylenenlerden mi, yoksa söyleyen sesin gizlediği acıdan mı hepimiz başımıza balyoz yemiş gibiydik...

Peki siz... diye soracak oldum.

"Adım Dr. Muntasır Al-Anı... Ben efendim, buranın kurucusuyum. İlk gününden son güne buranın müdürüydüm...." Durdu , çok yavaş ekledi: "Burası benim çocuğumdu ."

Söz yine yetersizdi. Herkes susuyordu.

Şöyle mırıldandı:"Kendi kurduğum merkezi, kendi ellerimle yıktım."

Biri, "neler hissettiniz?" diye sordu. Hiç duraksamadan geldi yanıt:

"Ölüyor gibi oldum... Öldüm."

İçerisi karanlık. Dünya karanlık. Dışarıda güneş var. Ama artık güneş ne içimizi ne dışımızı ısıtabilir...

Aşı merkezinden çıkarken, çevreden gelen kadınlar etrafımızı sarıyor:

"Ben üniversiteden çıkar çıkmaz burada çalışmaya başladım. Oğlum 40 günlüktü. Bebeğin ve benim yuvamdı burası. Şimdi oğlan koca adam oldu, yuvamız yok. "

"Ben yirmi yıl burada çalıştım memur olarak. Evim işte şurada."

Birinin adı Kerime , öteki Ramia... İkisi de yıkıntıya bakıp gözyaşlarını tutmaya çalışıyor.

Ayrılış


Bugün, son günümdü Bağdat'ta... Artık dönüş yoluna geçiyorum. Ürdün Havayolları Uçağı bu akşam uçacakmış.

Güneş biraz önce battı. Uçsuz bucaksız kent, Dicle nehri, nehrin üzerindeki köprüler, hurma ağaçları yine ateş rengine büründü. Açlığa, yokluğa, yoksulluğa teslim olmuş kent, yorgun... İnsanları gibi...

Çocukları öldürülmüş, emeği çiğnenmiş, onuru çiğnenmiş , sürekli tehdit altında yaşayan insanları teselli edebilecek hiçbir söz bulamamıştım günlerdir. Zaten beklemiyorlardı. Yapabildiğim tek şey onlara sarılmak, onlarla kucaklaşmak olmuştu.

Şimdi bu yazıları yazmak, kucaklaşmayı sürdürmekten başka bir şey değil. Yazarken ellerini ellerimde hissediyorum.

Onca tanıdığım, görüştüğüm, konuştuğum, sarıldığım insanlar ... Muhteşem gülümsemesi olan kadınlar... Gözleriyle konuşan çocuklar... Yaşamalarına izin verilecek mi?

Ne yapmalı ?

Uçağım Amman'a doğru yönelirken, oteldeki toplantılarımızın notlarına bakıyorum.

Oteldeki son toplantımızda, Kürşat Tüzmen ve Türkiye'den işadamlarının Irak'a gideceği haberi, tüm yabancı STK temsilcilerini müthiş sevindirmiş ve heyecanlandırmıştı.

Notlarıma dönüyorum:

-Olası bir savaşın, yerel değil küresel bir yıkıma yol açacağının bilincinde savaş karşıtı tepkileri ve eylemleri çoğaltarak hükümetlere baskı yapmak...

(Irak'ta iç savaştan, İsrail'in nükleer silah kullanımına, dünyanın her yerinde terörist saldırılardan, altüst olacak ekonomilere uzanan, denetlenmesi olanaksız zincirleme reaksiyonlar , önceden hesaplanamayacak olaylara yol açacak, elbet küresel boyuta ulaşacaktı.)

Çeşitli ülkelerde sivil itaatsizlik çağrısı yapılıyor, savaş karşıtı farklı yollara başvuruluyordu bile: Dünyanın bir çok ülkesinden İrak'a canlı kalkan olmak üzere gidenler... İngiltere 'de Blair'e önümüzdeki seçimlerde oy vermeme çağrısı ... Kanada ' nın ,"Biz de ABD'nin kitle imha silahlarını denetleyeceğiz" girişimi ... Türkiye'nin her yerinde büyüyen tepkiler, Barış Girişiminin etkinlikleri, kampanyaları...

-Şiddete dayalı dış politikasını değiştirmedikçe Amerikan mallarını boykot etmek...

-Asıl ABD'de savaş karşıtı hareketi yaygınlaştırmak... Amerikan yönetimi "teröre karşı nefreti" akıl almaz bir manevrayla "Saddam'a karşı nefret"e dönüştürmeyi başardı. Neredeyse Usame bin Ladin unutturuldu, yerine Saddam kondu. Oysa bugüne dek ikisi arasında uzak yakın bir ilişki kurulamadı.

-Avrupa Birliği'nin daha etkin bir rol oynamasını sağlamak...

-Medyayı sıkı takibe almak .Savaş kışkırtıcılarını afişe etmek, yanlı yayınları protesto etmek... Irak halkının sesine kulak vermek...

-Birleşmiş Milletler'i yakın takibe almak. Ortadoğunun Kitle imha silahlarından arınması için , İsrail'in BM kararlarına uyması için baskı yapmak...

-Her ülkenin parlamenterleri ve dışişleri bakanının Irak'a gitmesi ve görmesini sağlamak. 12 Yıllık ambargonun istenilenin tam aksini gerçekleştirdiğini Saddam'ı güçlendirdiğini anlamalarını sağlamak...

Geçen savaşın nedenleri arasında Saddam'ın Kuveyt'i işgali, Kuzeyde kimyasal silah kullanması vardı. Ya bugün?

Ancak bunlar yapıldıktan sonra onuru çiğnenmiş, kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Irak'la, hiçbir hukuksal dayanağı olmayan bir savaşa kararlı , küresel tek güç olmayı hedefleyen ABD arasında arabulucu mekanizmalar devreye sokulabilir.

- Hem Bush, hem Saddam'ı , "görüntüyü kurtarabilecek, kabul edilebilir" çizgilere geri çekmek için uygulanabilir öneriler geliştirmek....Bağdat'ta Saddam'a karşı bağlılığı gördükten sonra , onun başka bir ülkeye sürgüne yollanması senaryolarına inanmıyoruz. Olsa olsa kendi ülkesinde "emekliye" ayılabilir...

Notlarım böyle uzayıp gidiyor...

Uçağım inişe geçti. Gece... Aşağıda Amman görünüyor. Işıl ışıl. Meğer Bağdat'ın geceleri de gündüzleri kadar karanlıkmış.

Günlük bitti, yüreğimdeki Bağdat bitmedi.

Bitti.

P.S. :

Amman'da geçirdiğimiz bir gün içinde Ürdün Dış İşleri Bakanı Marwan Muasır ve Ürdün kraliçesi Rania ile görüştük. Türkiye Büyükelçisi Ercan Özer'den bilgiler aldım.

Kendini ülkenin toplumsal sorunlarına adamış Ürdün kraliçesi Rania, bir "kraliçe"den çok, günümüzün dinamik genç kızları görünümünde. Kuveyt'te doğmuş bir Filistinli o. Olası bir savaşa geçit vermemek için çalışıyor.

Ürdün ABD ve Irak'a politik ve ekonomik açıdan eşit uzaklıkta duran, durmaya çalışan bir ülke . İhracatının yüzde 20'si ABD'ye, yüzde 20'si Irak'a gidiyor. Son gelişmeler yüzünden önemli bir kaynak olan turizmin gerilediğinden , olası bir savaşta , mülteci akınına uğramaktan endişeleniyorlar.

Kendini Türkiye'yle benzer konumda gören Ürdün , Abdullah Gül'ün ziyaretinden çok etkilenmiş . Konuşmalarının olumlu ve geniş yankıları hala sürüyordu.

Ürdün'de konuştuğum herkes "Önce Ürdün" programından söz etti. Özetle, şimdiye dek ağır basan Arap milliyetçiliğine karşı, ulusal milliyetçiliği öne geçiren bir söylem ve bir çaba...

20 Ocak 2003

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.