" Bağdat Günlüğü 3 " Bombalanma korkusuyla yaşamak...
19 Ocak 2003 - Zeynep Oral -
Bağdat Günlüğü-3
Bağdat'ta gökyüzüne bakmak insanı ürkütüyor:
Bombalanma Korkusuyla Yaşamak...
"Anne, yarın okula gitmesem olmaz mı, belki okul bombalanır..."
Yeryüzünün neresinde olursa olsun, canı ertesi gün okula gitmek istemeyen çocuk binbir neden, binbir bahane bulabilir: (Kendi çocukluğunuzu ya da çocuklarınızı düşünün.) : Anne hastayım, anne başım ağrıyor, midem sancıyor, galiba ateşim çıktı, zaten yarın okul tatilmiş, öğretmen yokmuş vb., vb...
Ama "belki yarın okul bombalanır, gitmesem olmaz mı?"
Bunu soran bir çocuğa ne yanıt verilebilir ki...
Bağdat'ta bu soruyu ilk duyduklarında, anneler de ne yanıt vereceklerini bilememişler. Ama o günden sonra karar vermişler: Bir daha asla çocukların yanın savaştan, bombalardan, savaş uçaklarından söz etmek yok. Onlar söz ettiklerinde , ne yapıp yapıp, sözü değiştiriyorlar...
Ve yeryüzünün her hangi bir yerinde çocuklar sokaklarda savaş oyunu oynayabilirler Ama Irak'taki çocuklar, asla!
Çocuk ya da yetişkin, Bağdat'ta kimse gökyüzüne bakmak istemiyor. Çünkü baktıkları , gökyüzünde savaş uçaklarını görüyorlar.
Bombalanmayı beklemek
Bağdat'ta üçüncü günüm.
Bugün ilk kez korktum. Bugün hepimiz korktuk.
Beş kişilik ekibimizde herkes korktuğunu ötekine belli etmemeye çalışıyor...
Biraz önce, ülkelerine dönmek üzere otelden ayrılanlar, vedalaştığımız kimseler, şaşkın bir durumda otele döndüler. Bağdat'la dış dünya arasında gidip gelen ender havayollarından biri olan Ürdün Havayolları'nın tüm uçuşları iptal edilmiş. Bugün ve yarın. Uçakla Bağdat'a kimse gelemiyor, Bağdat'tan kimse gidemiyor...
Hemen oturup karayolu hesapları yapmaya başlıyoruz. Amman'a karayolundan kaç saatte gidilir? Ya Şam'a? Gidilebilir mi... Bağdat'ta kıstırılıp kalmak düşüncesi herkese korkunç geliyor. Altı günlüğüne gelmiştik, altı gün kalıp, güvenli yurdumuza, evlerimize, yuvalarımıza dönecektik. Öyle ya bizi bekleyen ailelerimiz işimiz gücümüz ve daha nelerimiz, nelerimiz vardı... Ya buradan çıkamazsak? Ya çıkıp gidemezsek?
Birden çok utandık. Korkumuzdan, aklımızdan geçenlerden, geçmeyenlerden...
Onlar, hep buradaydı, burada kalacaktı. Burası evleri, yuvaları, yurtlarıydı. Burası aileleri, çocuklarıydı. Hep buradaydılar, hep burada kalacaklardı. Burası Bağdat'tı. Bombalanmayı bekleyen Bağdat...
Onlar hiçbir yere gitmeyeceklerdi. Çünkü yorgundular. Gidecek halleri yoktu.... Gitmeyeceklerdi, çünkü gidecekleri yerleri yoktu... Gitmeyeceklerdi , çünkü geçen savaşta yollara düşenler perişan olmuştu... Gitmeyeceklerdi, çünkü geride bıraktıkları evlerinin yağmalanmasından korkuyorlardı... Gitmeyeceklerdi, çünkü kalıp direneceklerdi...
Bağdat uçuşlarının kaldırıldığını öğrendiğimiz o birkaç dakika içinde bizim hissettiklerimiz, onların yıllardır, her gün, her saat, her dakika hissettiklerinin yanında hiç kalırdı. İşte bombalanmayı bekleyen kentte yaşamak böyle bir şeydi...
İki gün sonra, Bağdat'ta uçuşlar açıldı. Neden kaldırıldığını, hiç öğrenemedik.
Bağdat'taki üçüncü ve dördüncü günlerimde, Başbakan Yardımcısı Tarık Aziz ve Dışişleri Bakanı Naci Sabri, ile görüşmelerimiz vardı. (Daha önce aktardığım için, yeniden onlara dönmüyorum. 7 ve 8 Ocak Cumhuriyet)
Kadınlar arasında
Bu yetkililer arasında gidip gelirken , arada Irak Kadın Federasyonu Başkanı Manal Al Aloussi'yi de ziyaret etmekten geri kalmıyoruz.
Irak'ta, kadın hareketinin çok öncelerden örgütlendiğini belirten Manal Al Aloussi, şimdi gündemlerinde en önemli şeyin sivil savunma olduğunu söylüyor. Kadınlara, savaşta, saldırıda kendilerini korumayı, hayatta kalabilmeyi öğretiyorlar. İki ay süren kurslarla , dört milyon kadını eğitmişler: Yangın söndürme, ilk yardım uygulama, çadır kurma, silah kullanma, yiyecek depolama, paraşüt saldırılarından korunma vb... Kısacası, yaşamı sürdürebilme yolları...
Bir rastlantı, o gün Federasyonun yayınladığı derginin yıldönümü vardı. Bizi de kutlamaya çağırdılar. Kendimizi çok kalabalık bir kadın topluluğunun ortasında bulduk. Çoğu, töreni izlerken ben çevremdekilerle bol bol sohbet olanağını buldum.
İşte bu yazının en başındaki bölüm o sohbetten.
Kadınlar bir de beş aylık yiyecek depoladıklarını, özellikle su depolamanın güçlüklerini, bu nedenle çoğunun bahçede kuyu kazdıklarını anlattılar...
İçinde bulundukları yokluğu yoksulluğu da dile getirdiler. Gençlerin, olanaksızlıklardan, parasızlıktan evlenemediklerini söylediler.
İçlerinden biri şöyle dedi: "Körfez Savaşında Bush, ordumuzu yok etmek istemişti. Ama bu kez tüm ülkeyi, tüm halkı, hepimizi yok etmek istiyor."
Bu son sözü başka yerlerde de duymuştum. Halkın arasında Saddam'ın öncesine oranla güçlenmesinin bir nedeni de bu duyguydu. Saddam , Bush'a karşı direniyordu.
"Biz Normal insanlarız"
Irakta karşılaştığım, tanıdığım kadınlar içinde hiç kuşkusuz beni en çık etkileyen Huda Saleh Ammaş oldu.
O yalnız ülkesinin ve Arap Dünyasının en ünlü mikrobiyoloji uzmanlarından biri değil, aynı zamanda Baas Partisinin en önde gelen kadınıydı. Partinin Bölge Sorumlusuydu ve bu yere 22 erkek rakibini geride bırakıp seçilmişti.
Lisans ve doktorasını ABD'de yapmıştı. Bağdat Üniversitesi öğretim üyesiydi, Tıp Fakültesi dekanlığı yapmıştı , uzmanlık alanında sayısız eser vermiş , sayısız ödül kazanmıştı. Elli yaşında ya vardı ya yoktu. Oysa otuzunda gösteriyordu.
Evine gittik. Her yer yapma çiçek doluydu. Özür diledi. Tazelerini bulamıyorlar diye... Alçak sesle, tane tane, mükemmel bir İngilizceyle konuşuyordu. Anlamamızı , her şeyi mutlak anlamamızı ister gibi konuşuyordu.
Önce uzun bir giriş yaptı: Irak'ın binlerce yıllık kültür birikiminden, uygarlık tarihinden söz ediyordu. Parti ideolojisinden, gerçekleştirdikleri reformlardan söz ediyordu...
Onu mesafeli dinliyordum. Hatta uzak... Çok düz, çok sakin bir konuşma biçimi vardı. Arada "Biz uygar insanlarız", "biz kültürlü insanlarız", "Biz yurt dışına gittiğimizde Fransa'daysak Louvre'a , İngiltere'deysek British Museum'a gideriz" gibi tümceler kurdukça yadırgıyordum. Sık sık, "Biz normal insanlarız" diye tekrarlıyordu...
"Yaşamakta ısrar etmek"
Sonra onu dinledikçe boğazıma bir şeyler düğümlendiğini, gözyaşlarımı tutabilmek için çok büyük çaba harcadığımı biliyorum:
"Biz çok dinamik bir toplumuz. Adapte olma yeteneğimiz var. Her şeye karşın hayata uyum göstermeye çalışıyoruz. Vazgeçmiyoruz. Yaşamakta inat ediyoruz. Yaşayacağız diye ısrar ediyoruz... "
"Buradaki insanlar Batıya, Batı uygarlıklarına, Batı düşünce tarzına saygılılar. Teknik gelişmelerine hayranlık duyarız. Batının hem insanlarına hem sistemlerine saygılıyız. Eğer bizim uygarlığımızı , bizi tanımak olanağını bulsalar belki Batı da bizi anlayabilir Oysa yazık ki, kimileri uygarlık çatışmasını gerçekleştirebilmek için yalnızca kin üretiyor... Evet, sistematik bir biçimde kin üretiyorlar... Gelip bizi görsünler. Normal insanlar olduğumuzu görsünler."
"Psikolojik Terör"
"Evet sürekli tehdit altında yaşıyoruz. Tehditten öte, psikolojik terör uygulanıyor bize. Bizim eğitimimiz var, görüyoruz , okuyoruz: Irak'ın haritadan silinmesinden , yok edilmesinden , parçalanmasından söz ediliyor. Rejimin, sistemin değiştirilmesinden söz ediliyor... Ülkemiz haritadan silinecek mi? Rejimi nasıl değiştirecekler? Ne zaman bombalayacaklar? Kaçımızı öldürecekler? Üniversite yerinde duracak mı? Evlerimiz? Çocuklar okula gidecek mi? Bu sorularla nasıl uykuya dalabilir bir çocuk? Bu psikolojik teröre nasıl dayanır insan?"
"Ama başka çaremiz yok dayanacağız. Direneceğiz. "
"BM kararlarına saygılıyız. 8 Yıldır yüzlerce silah denetçisi geldi ülkeye. Her birine günde bin dolar para ödedik, ödüyoruz. 1993'de Irak, silahlarından arındı. Ama silah denetçileri gitmedi. Araştırmalarını üniversiteye yaydılar."
"Bütün üniversitelerdeki gibi biz de mikrobiyoloji öğretiyoruz. Her üç haftada bir gelip arama yaparlardı. Saksıların içinde kimyasal madde ararlar, sterilizasyon yaptığımız fırında, duvarın alçısında , sıraların altında silah ararlardı. Tam sınav ortasında sınıfa dalarlar arama yaparlar... CNN, BBC o zaman neredeydi ? Keşke gelip çekselerdi. "
(Daha önce Scilla, BBC'ye demeç verip vermeyeceğini sormuştu. O da elbet veririm demişti, şimdi ona gönderme yapıyordu.)
"Sekiz yıl sürdü o işkence. O çocukların hayatları mahvoldu. Hem öğrencilere hem akademisyenlere işkenceydi..."
"Sandık ki, eğer BM ile işbirliği yaparsak, onlara yardımcı olursak, ambargo kalkar. Tümden teslim olduk onlara, ha bugün ha yarın kalkar diye... Ambargo kalkmadı."
Her sorumuzu yanıtlıyordu. Acısını içimizde duyuyorduk.
"Evet, korkuyorum. Ailem için endişeleniyorum. Çocuklarım var, iki torunum var. Onlar için çok korkuyorum. Ama Irak'ı, ülkemi, toprak bütünlüğümüzü korumak benim görevim. Bunun bilincindeyim."
Keşke onu, Huda Ammash'ı görebilseydiniz. O boğuk sesiyle , denetlemeye çalıştığı sesiyle anlattıklarını dinleyebilseydiniz... Onu dinlerken hissettiklerimizi anlatmaya benim sözcüklerim yetmiyor.
Altı saatlik abluka
Bağdat'ta dördüncü günümde bir şey oldu. Havada müthiş bir gerilim var. Belli , görüştüğümüz herkesin yüzünden, tavrından belli, bir şey oldu ama henüz ne olduğunu bilmiyoruz.
Sonunda öğrendik. Sakın kimseye söylemeyin dediler. Yazılmamak koşuluyla dediler. Çünkü mesele çıksın istemiyoruz dediler. Olay büyümesin dediler. Ama iki gün sonra kentte herkesin haberi vardı olaydan ve akşam haberlerinde kısacık değinip geçtiler. (Aradan bir hafta geçtiğine göre artık ben de yazabilirim.)
O gün , Bağdat'ta, üniversitenin bulunduğu bölgede Cadriye'de, Bilim ve Araştırma Merkezi ve çevresindeki yapılar silah denetçileri tarafından ablukaya alındı
Yanyana büyük yapılardan birinde arama yapacaklarmış denetçiler. Ama tüm çevre ablukaya alınmış. Ve altı saat boyunca üç bin insanın yerlerinden kıpırdaması yasaklanmış. Tüm girişler, tüm çıkışlar yasaklanmış.
"Resmen işgal" diyordu bize olayı anlatan. Düşünebiliyor musunuz 3 bin insan, altı saat boyunca hapis. Kreşten, yuvadan, okuldan çocuklarını almak isteyen annelere izin verilmemiş. Saat 14:00 ile 20:00 arasında, kendi evine dönenler bile içeri alınmamış. İşi olan, hastaneye doktora gidecek olan , dışarı salınmamış. Örnekleri sıralayıp duruyorlardı.
"Tamam, biz aydınlar, hükümettekiler, aman olay çıkmasın diye aşağıdan alıyoruz ama bunu halka nasıl anlatırsın" diyordu konuşan.
O akşam oteldeki toplantımızda Avrupa Birliği'ni harekete geçirmek, arabuluculuk değilse de diyalog yolları açmada daha aktif bir rol oynaması için başvurulacak yollar, yöntemler saptanıyor. AB. Başkanlığı Yunanistan'da . Zaten görüştüğümüz her yetkili Margarita Papandreu'yu görünce anne-oğul ilişkisinden çok şey beklediğini gizlemiyor. Biz de öyle...
Arap Birliği ülkeleri de harekete geçirilecek...
Türkiye'den Başbakan Gül'in Orta Doğu gezisi burada çok büyük ilgi gördü , çok olumlu tepkiler aldı. Tarık Aziz'in "Bakalım Türkiye Amerikan baskılarına nasıl dayanacak, ne kadar dayanabilecek" sözü hala kulaklarımda...
Toplantıda İsveçliler umutlu. Denis Halloway karamsar: "Ab olsun Arap ülkeleri olsun, hepsi ABD ile yatağa girmişler, hepsi işbirlikçiler" deyip duruyor...
Asıl önemlisi Amerikan halkının olası savaşa tepkileri arttırılmalı...
O akşam odamda iktidarını dış politikasını petrol denetimini eline geçirmek, askeri gücünü genişletmek üzere kurmuş Başkan Bush ile Huda Ammaş'ın sesi ve anlattıkları arasında gidip geliyorum.
19 Ocak 2003
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler