" Bağdat Günlüğü 2 " Havayı solumak, Ölüm.
18 Ocak 2003 - Zeynep Oral -
Bağdat Günlüğü (2)
Bağdat hastanelerinde uranyum yüklü çocuklar:
"Havayı Solumak , Ölüm."
Bağdat'ta ikinci günüm: Pırıl pırıl bir güneş. Bahar havası...
Dicle'nin üzerindeki en görkemli köprüden, Cumhuriyet Köprüsünden geçip, Barış Dostluk ve Dayanışma Derneği'nin Müdürü Abdülrazzak El Haşimi'yi ziyarete gidiyoruz. Fransa'nın Irak eski büyükelçisi, halen Saddam'ın danışmanı. Birikimi bol, konuşmayı seven, dolu dolu anlatan biri: "Dünya bize yüz çevirmişken, Bayan Papadreu buradaydı. Irak halkı onu hiç unutmayacak" diye karşılıyor bizi.
Irak'ın diyalog için çırpınmalarını anlatıyor. Karşılaştıkları güçlükleri ; yoklukları; çatışmanın İsrail- Filistin meselesine bağlandığını anlatıyor.
Blair, "kitle imha silahlarına ilişkin elimde çok belge var" dediğinde hem kendisini, hem temsilcilerini Irak'a davet ettiklerini ama ne Blair'in ne temsilcilerin gelmediğini anlatıyor.
CIA 'e , silahlara ilişkin elinizdeki bilgileri bize değil, bari silah denetçilerine verin diye yalvardıklarını , ama sonuç alamadıklarını anlatıyor.
Sohbet Başkan Bush üzerine üretilmiş fıkralarla bitiyor.
Kendisinden Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı ve Petrol Bakanı'yla görüşmemizi sağlamasını istiyoruz. ( Üçünü de sağlayacaktı.)
Anlattıkları, söyledikleri arasında iki anahtar tümcenin altını çiziyorum:
"İsrail, bölgede kendini garantiye alıp, tüm sorunları çözülmedikçe, bakın göreceksiniz, Irak üzerinden yaptırımlar ve ambargo kaldırılmayacak..."
Ve bir soru: "1991'e kadar Saddam 'ı ve bu hükümeti, tutan, destekleyen kimdi? 1991'e dek bu hükümet harikaydı, çok iyiydi de ansızın mı kötü oldu???"
Susuyoruz.
Hayır, ben Halepçe katliamını unutmadım. Ama El Haşimi'nin vurguladığı noktanın ve sorduğu sorunun yanıtı bu değil.
Çocuklar Öldürülmesin
"Platino blastoma"... İlk kez duyuyorum. Belki yazılışı bile böyle değildir.
Bağdat'taki çocuk hastanesine girip, koğuşları dolaştığımızda , neye uğradığımızı , neyle karşılaştığımızı anlamadığımızda, anlamak istemediğimizde, sonra şaşırıp dilimiz tutulduğunda, sonra yeryüzünde böyle bir şeye neden olabilecek insanların varlığından kahrolduğumuzda, buna neden olanları lanetlediğimizde, dünyanın vahşeti , acımazsızlığı şiddeti karşısında donakaldığımızda , karanlığa, yokluğa, hiçliğe savrulduğumuzda, çaresizlik karşısında dipsiz kuyuların en dibine yuvarlanıp ölmek istediğimizde , içimizden biri sordu:
Nedir bu?
Doktor Ahmet Fadeh , çok sakin yanıt verdi : "Platino blastoma."
Her katta sekiz , on oda vardı. Her odada on yatak vardı. Her yatakta bir anne, bir büyük anne ya da abla vardı. Her ananın, büyükannenin ya da ablanın kucağında,göğsünde, yanında bir çocuk , bir bebek....
Çocuklar çocuğa , bebekler bebeğe hem benziyor, hem benzemiyordu.
Ömer 3 yaşındaydı. Yüzü ve bedeni tümörlerle doluydu. Başı bedeninden daha büyüktü. Görmeyen gözeri yüzünün dışındaydı. Annesi , bir azize gibi kıpırdamadan yatağa oturmuş, elindeki fotoğrafı gösteriyordu bize . Sarışın nur topu gibi bir oğlan. Çocukluğu, güzelliği, kahkahası, bir buçuk yaşındaki fotoğrafta kalmıştı. Onun için umut yoktu ama annesi ölmesine izin vermiyor, yaşadığı her günü kar sayıyordu.
"Çocuklar ölmesin, çocuklar öldürülmesin" diye sayıklıyordu yanıbaşındaki bir başka anne.
Aya, bir yaşında bile yoktu. Sanki iki başı vardı. Beyni , başının gerisindeki bir torbadaydı. Büyükannesi , gözyaşlarını tutmaya çalışarak, "ona Aya adını koyduk , Aya, mucize demektir" diyordu ve bir mucize bekliyordu. Doktorlar küçük Aya'yı ameliyat edebilmek için güçlenmesini bekliyordu.
"Platino blastoma"... Böbrekleri etkileyen oradan doğrudan beyne giden , sinir sistemini etkileyen , bebeklerde çocuklarda anormallikler yaratan tümörün adıydı "platino blastoma."
Çocukların kanı
Kan kanseri çocuklarda çok yaygındı.
Abbas iki yaşındaydı. İki aydır burada tedavi görüyordu ve tedaviye cevap veriyordu. Güney'den gelmişlerdi. Annesi, ha bire Abbas'ın kanlı ağzını siliyordu.
Hasan, sekiz yaşındaydı. Güneyden gelmişti. Üç yıldır tedavi görüyordu.
Merve yedi yaşındaydı, Medine dokuz. Güney'den gelmişlerdi. Tedaviye cevap veriyordu bedenleri. Ama ruhları öfkeliydi, küskündü. Konuşmuyorlardı. Zaten çocukların hiçbiri konuşmuyordu. Ama Merve ve Medine, öfke dolu bakışlarını yerden kaldırıp size doğrulttuğunda, siz gözlerinizi eğmek zorunda kalıyordunuz.
Onlar ve daha niceleri , savaş çocukları.
Onların yaşamı, ailelerinin yaşamı, ABD'nin , Körfez Savaşında kullandığı seyreltilmiş uranyumunla karardı. Havayı, tüm çevreyi, suyu, toprağı, topraktan yetişen yiyeceği zehirleyen , yalnızca yaşayan her şeyi değil, ana rahmine düşecek olanları, gelecek kuşakları şimdiden öldüren uranyum...
Etkilenen çevrede, suyu içmek ölüm, toprağa basmak ölüm, ağaçtaki meyveyi yemek ölüm, havayı solumak ölüm...
Merve'nin annesi Şükriye "Neden , neden, neden, niçin bütün bunlar" diye sorarken , Medine'nin annesi, "artık çok yoruldum " diye inlerken , insanlığımdan utanıyordum.
Hastanede herkes ilaç bekliyor. Kemoterapi için gerekli 8 ilaçtan kimi zaman dördü, kimi zaman altısı bulunuyor... (Unuttunuz mu, 90'dan beri ambargo var) Öncelik çocuklara tanınıyor, yaşlılara , ilaç sırası pek gelmiyor.
1990'dan önce Irak, en gelişmiş sağlık sistemine sahipti. Tıp dünyasında en gelişmiş ülkelerden biriydi. Bebek ve çocuk ölümleri dünya genelinin çok altındaydı. Bugün en yükseği.
"Bugün hala seyreltilmiş uranyum başlıkları zehir saçmaya devam ediyor güneyde. Ama temizleyemiyoruz, radyoaktiviteyi araştıramıyoruz. Çünkü uçuş yasağı olan bölgelerde..." diyorlar.
Çifte kullanım
Hastanede, gelişmiş araçlar aletler de görüyoruz. . Ama kullanılamıyor. Çünkü içlerinden bilgisayarları alınmış.
Ameliyatlarda dikiş için kullandıkları yirmi iki çeşit dikiş ipliği varmış. İstemişler. Ancak beş çeşidine izin verilmiş.
Kalp hastaları için gliserin tableti istemişler. Ona izin verilmemiş. Biriktirip, biriktirip nikro gliserinle kimyasal silah yaparlar diye...
Kanalizasyon için çelik almak istemişler. İzin verilmemiş. (İstemişler demem, yani satın almak istemişler)
Irak satın almak istediği her mal için BM Kurul 661'e baş vurmak zorunda. Karşılarına çıkan engel ise "çifte kullanım" gerekçesi. İstedikleri malları asıl amaçları için değil de silah imalatında kullanırlar diye , istekleri geri çevriliyor.
Bu yukarıda saydıklarım gibi daha onlarca yüzlerce örnek veriyorlar.
Birleşmiş Milletler ve Mafya
"Çifte kullanım" nedeniyle ülkeye girmesi yasaklanan maddelerin listesi 250 sayfalık bir liste oluşturuyor. İlerideki günlerde , çeşitli ülkelerden iş adamlarının New York'a gidip, aracılar kullanarak , Komite 661'e para yedirip listeyi deldiklerini , bu işin de müthiş bir mafyası oluştuğu söylentisini sık sık duyacaktım. Hatta daha da ileri gidenler "BM , Irak sayesinde ekonomik krizden kurtuldu" diyor... Anımsatıyorlar: "BM 95-96'da batıyordu, sekiz bin çalışanını sokağa atıyordu...Sayemizde güçlendiler, bizim sayemizde yaşıyorlar " diyorlar.
Mesleklerine tutkun, çaresizlik içinde mucizeler yaratmaya çalışan, kendilerini hastanedeki çocuklara adamış doktorlar, bu anlamsız yasakları, utana sıkına, gözlerini yerden kaldırmadan bizlere anlatırlarken, nasıl müthiş bir ağırlık altında ezildiklerini görüyorduk. Onların değil, bizim insanlık onurumuz paralanıyordu.
Pırıl pırıl bir güneşle başlayan Bağdat'taki ikinci günüm, hastane ve sığınak gezileriyle karardıkça karardı. ( Geçen savaşta, ABD tarafından "akıllı bombalar"la vurulan "yanlışlıkla" vurulan El Amirihe Sığınağı'nı, 408 kadın ve çocuğun yanarak öldüğü sığınağı daha önce anlatmıştım. Cumhuriyet-9 Ocak)
Sığınakta, bir çocuğun el yazısıyla yazılmış "Bırakın Irak yaşasın" tabelasını gözlerime, yüreğime yerleştirip otele dönüyorum.
"Bırakın Irak yaşasın!"
Körfez Savaşından bu yana bir buçuk milyon insanın öldüğü Irak'ta , bırakın artık yaşam sürsün.
UNİCEF'e göre yeni doğan bebeklerin dörtte biri açlıkla karşı karşıya. Beş yaşından küçük bir milyon çocuk beslenemiyor.
Kim daha tehlikeli?
Bugün oteldeki toplantımıza İsveç merkezli bir sivil toplum kuruluşu olan TFF (Uluslarası Barış ve Gelecek Araştırmaları Vakfı) Başkanı Jan Oberg ve bir üye Christian Harleman da aramıza katılıyor. Jan, çok genç, çok atak, sürekli alternatif düşünceler üreten , dünyada barış eğitimine gönül vermiş biri. Ağırbaşlı Christian'la birbirini tamamlayan, faal bir ekip oluşturuyorlar.
Günün notlarını karşılaştırdıktan sonra Amerikan saldırısı için öne sürülen gerekçeleri sıralıyoruz :
-Irak'ın elinde kitle imha silahlarının bulunması olasılığı...
Bugüne dek BM silah denetçileri bunun izine rastlamadı. Elbet sonuç raporları bekleniyor...Irak'ta yetkili yetkisiz herkes silah denetçilerine teslim olmuş durumda. Her istediklerine, her an ve koşulsuz olarak boyun eğiyorlar, yeter ki sorun çıkmasın... Ancak rapor olumlu çıkar (yani bir şey bulunamaz) ve yine de Irak'a saldırılırsa , doğurabileceği korkunç sonuçların yanı sıra , asıl İsrail'in kitle imha silahlarını kullanabileceği dile getiriliyor. ABD'nin , İsrail'in nükleer silah geliştirmesine göz yumması irdeleniyor.
Scilla bu noktada şu bilgiyi veriyor: İngiltere'deki nükleer silah programı doğrudan ABD'ye bağımlı. Eğer ABD'nin yanında olmazsak, nükleer silah programımız durur endişesi var . Ayrıca İngiltere, Güvenlik Konseyi'ndeki yerini de kaybetmek istemiyor...
-Irak'ın , çevresine, bölgeye ve dünyaya tehdit oluşturması...
Jan, daha birkaç gün önce Başkan Bush'un Texas'daki sözlerini anımsatıyor: "Halkımın Irak tehdidine ve saldırısına uğramasına izin veremem" diye kükremiş Bush. Yalnız Bağdat'takiler değil, dünyanın birçok yerinde de asıl tehdidin ABD'den geldiğini farkında olanlar çok...
Yapılan son bir araştırmada "en büyük tehdidi hangi ülke oluşturuyor?" sorusuna alınan cevaplarda yüzde 70 ABD, yüzde 20 Irak-Iran-Kuveyt, yüzde 10 da Suudi Arabistan denmiş. Bu sonuçların haber olarak CNN'e geçtiği ancak haberin derhal yayından kaldırıldığı falan söyleniyor... (Türkiye'ye döndükten sonra da buna benzer sonuçlarla karşılaşacaktım bir çok ankette)
"Rejimi değiştirmek"
-Saddam Hüseyin'in devrilmesi...
Tamam ABD buna kararlı. Çeşitli senaryolar tartışılıyor. Ancak, "Saddam Hüseyin devrilmeli" diye başlayan söylem, çok geçmeden "Rejim değiştirilmeli"ye dönüştü.
Saddam, çevresindekiler... Yönetimde etkili Baas Partisindeki 2000 kişinin hepsi mi temizlenecek? Bu "temizleme" işlemi nerede başlayıp, nerede bitecek? ABD'nin buraya yerleştireceği bir kukla hükümet , olası savaş sonrasında çıkacak sorunlar altında ezileceğinden kimsenin kuşkusu yok.
"Tamam, Saddam diktatör ama Bush'dan daha tehlikeli olduğuna inanmıyorum" diyor Denis Halliday. "Nedense kimse bu ülkede onun yönetiminde eğitim reformunun, sağlık reformunun gerçekleştiğini anımsamıyor. Bu ülke tüm toplumsal hizmetleri yerine getiren bir ülkeydi " (Savaş öncesine dek Arap Ülkeleri içinde en yüksek eğitim Iraktaydı, gelişmiş bir toplumsal hizmet sistemi vardı.)
Rejime ilişkin, son zamanlarda Irak'ta atılan adımları bir bir ortaya döküyoruz:
Parlamentoda insan haklarına aykırı yasaları değiştirme çabası... Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılması... Çok partili sisteme geçiş çabaları... Yeni doğanlara isim özgürlüğü... Yurtdışındaki muhalifleri kapıları açma... Irak'tan gitmek isteyenlere 200 dolarlık çıkış fonunu on dolara indirmek... Irak uyruklu tüm tutukluların serbest bırakılması...
"Ama dünyanın bunlardan haberi yok" diyor içimizden biri ... "Onlara dünyaca ünlü çok iyi bir Halkla İlişkiler uzmanı tutmalı... Hani Körfez Savaşı öncesinde Kuveytlilerin tutukları gibi..." diyor bir başkası.
12 Yıllık ambargonun ve giderek artan ABD tehdidinin, yalnızca Saddam'ın güçlenmesine yaradığını gözlemlemişiz hepimiz. Nasıl yaramasın ki! Gıdayı petrol karşılığında alan, halkına dağıtan , insanları doyuran devlet.
İnsan haklarının yalnız politik ve demokratik haklar olmadığını, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal haklar da olduğunu vurguluyoruz hepimiz.
Yarın:
"Anne, okulum yarın bombalanır mı?"
18 Ocak 2003
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler