“Vera Drake”in düşündürdükleri…
10 Nisan 2005 - Zeynep Oral -
Uluslar arası İstanbul Film Festivali dolu dizgin sürüyor. Sinema tarihinin zengin mirasını paylaşmak isteyen gençler , yeryüzünün “öbür ucu”ndan gelen filmleri, farklı toplumları farklı yaşantıları merak edenler İstiklal Caddesinde sinemadan sinemaya koşup duruyor…
Büyük Şarlo’nun tüm kalplere ve doruklara yerleşmesiyle, bence hakkı biraz da yenmiş Buster Keaton’un 1927 yapımı sessiz filmi “General”i, Akbank Oda Orkestrası’nın seslendirdiği Carl Davies’in müziği eşliğinde izlemek, ne müthiş bir keyifti…Ancak burada festivalde izlediğim tüm filmlerin tandı sizlerle paylaşmaya olanağım yok. Yakında vizyona girecek olan ve geçen yıl Venedik Altın Aslan Ödülü de dahil olmak sayısız ödülü toplayan “Vera Drake” filmi üzerine duygularımı paylaşmak istiyorum.
Usta yönetmen Mike Leigh, “Vera Drake”in öyküsünü çok sessiz, neredeyse fısıldayarak anlatıyor. Ama filmden çıktığınızda bu fısıltının gerisinde tokat yemiş gibi oluyorsunuz…
1950’ler İngilteresi’nde savaş sonrası acıların ve yoksulluğun egemen olduğu ortamda tepeden tırnağa “iyilik meleği” kesilmiş, herkesin yardımına koşan, varlıklı evlerde temizlik işçisi olarak çalışan, kendi ailesine , yakınlarına, komşularına kol kanat geren, yüzünden gülümseme, bakışlarından şefkat , dudaklarından mırıldandığı şarkı hiç eksik olmayan, herkese (polislere bile) “canım “ diye hitap eden, cömert mi cömert bir kadın, Vera…
Mike Leigh, daha ilk andan hem Vera’ya hem de film boyunca karşılaşacağımız herkese inanmamızı, sonuna dek inanmamızı sağlıyor… Bu yardımsever kadın, başı “derde” girmiş genç kızlara, kadınlara kürtaja gidiyor. Para karşılığında değil, sırf yardım etmek için… (Polise olsun, mahkemede olsun hep aynı gerekçeyi öne sürecektir : yardım etmek, başka bir kadına yardım etmek…) O yıllarda İngiltere’de kürtaj yasaktır. Kadın bedeni üzerinde devletin, dini kurumların, yasaların egemenliği hüküm sürmektedir.
Filmi izlerken, kadınların bu yolda verdikleri amansız mücadeleyi düşünmeden edemiyorsunuz. Bugün bize olağanmış gibi gelen, kadının kendi bedeni üzerinde hak sahibi olabilmesi için verilen mücadeleleri… Aradan nice on yıllar geçse de bugün hala bu mücadele sürüyor. Kürtaj, hala dünyanın bir çok yerinde yasal engellemelerle karşı karşıya. Kürtaj hala tartışma konusu. Hiç unutmuyorum, son Amerikan seçimlerinde Başkan Bush’un yeniden seçilme nedenlerinden biri , kürtajı yasaklamak konusunda gösterdiği kararlılıktı…
Oysa, Mike Leigh’in de filmde bize gösterdiği gibi, kürtaj konusu sınıfsal konumlarla doğrudan bağlantılı. Varlıklılar, nerede olursa olsun, toplum yasaları, ceza yasaları ne derse desin varlıklılar, bu sorunu çözebiliyor. Çözemeyenler, ekonomik olanağı olmayanlar…
Filme ilişkin bir çok eleştirmen, Mike Leigh’in bu konuda “tarafsız” davrandığını söyleyip durdu. Ben katılmıyorum. Vera’nın damat namzedi, pek konuşmayan, pek akıllı bile sayılmayan Reg’in ağzından bu sınıfsal bakış açısının vurgulanması bile , yönetmenin taraf olduğunu, bu adaletsizliği gözler önüne serdiğini ortaya koyuyor. (Mike Leigh, “çaktırmadan” bir başka noktayı da vurguluyor: Zengin olmanın , kadına karşı şiddeti, sömürüyü , tecavüzü önlemediğini…)
Yalnız Vera’yı oynayan İmelda Staunton’un değil, tüm oyuncuların “sahiçiliği”yle taçlanıyor film.
Filmden çıkarken yumruk yemiş gibi oluyorsunuz ve kadınların mücadelesinde daha çok çalışmak gerektiğine yeniden inanıyorsunuz.
10 Nisan 2005- Cumhuriyet
Paylaş
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral
Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı.
Arama Yapın
Kategoriler
EdebiyatTiyatro
Plastik Sanatlar
Kadın Olmak
Memleket Hali
Müzik
Sinema
Çevre
Tüm Kategoriler