Menü

“Sıradan Faşizm…”


16 Nisan 2005 - Zeynep Oral -

Türk Sinematek Derneği kurulduğunda müthiş bir hazineye, yeryüzünün tüm zenginliklerine kavuşmuştuk. Yaşamın, görüntünün ve büyünün, yani sinemanın bitmez tükenmez şeridi artık bizimdi. 60’lı yılların sonuydu… İstanbul’da Sinematek’in izbe salonunda izlediğim “Sıradan Faşizm” adlı film, o gün bugün beni terk etmedi.
Sovyet Yönetmen Mikhail Romm, bu belgesel filmde, Nazi propaganda filmlerini, Hitler’in özel arşivindeki filmleri , SS subaylarının günlüklerini kaynak olarak kullanmış, bunları yepyeni bir kurgu ve montajla geri tepen bir silaha dönüştürmüştü. Filmde Almanya’daki nazizmin yükselişini, yaygınlaşmasını, heyecanını ve coşkusunu izlemekle kalmıyor, faşizmin sıradanlaşmasını da izliyorduk…

Faşizm nasıl mı sıradanlaşıyordu? Hiç de olağan sayılmayan, sayılmaması gereken kimi güncel olayların “olağan” sayılmasıyla… “Bana dokunmayan yılan bir yaşasın” düşüncesiyle… Olup biten karşısında, ilgisizlik, görmezden gelmeler, önemsememeler, yok saymalarla… Tepki göstermekten, sorumluluk almaktan kaçınmalarla… Suçun cezasız kalmasıyla…
Filmin en vurucu yanı, hiç kuşkusuz, yalnız faşizmin korkunç yüzünü göstermesi değil, aynı zamanda faşism olgusunun bir düşünce biçimi olduğunu yansıtmasıydı.
Hiç unutmadığım sahneler arasında, özellikle şu ikisi hala gözümün önünde: Çocuğunu, sevgilisini okşayan bir elin , faşizmin vurucu gücüne dönüşmesi ; sapsarı saçlı Alman çocuk ve gençlerinin papatya tarlasını anımsatan görünümünden vahşi, çığrından çıkmış, asla durdurulamayacak bir güruha dönüşmesi … (Bir başka filmde, “Kabare” de, doğayı yücelten pastoral bir şarkının, Nazi marşına dönüşmesini anımsayın…)

Mersin – Trabzon – Sakarya
Neden tam da şu sıralar (hele hele İstiklal Caddesi, İstanbul Film Festivali nedeniyle muhteşem bir çiçek bahçesine dönüşmüşken ) yalnız benim değil, birçok insanın aklına bu filmin geldiğini sormuyorsunuz herhalde …

Benim izleyebildiğim kadarıyla filmin adını başlığa ilk çıkaran, Trabzon’da yaşananları tüm ayrıntılarıyla ve yerel medyanın linç girişimindeki rolünü vurgulayarak veren, BİA Haber Merkezi’nden, Kemal Özmen veTolga Korkut oldu. Haberin başlığı “Trabzon’da ‘Sıradan Faşizm’di…

Mersin’de yaşanan şiddet olaylarının, Trabzon’da bir değil iki kez tekrarlandığına, oradan Sakarya’ya sıçradığına tanık olduk…Orhan Pamuk’a yöneltilen öfke ve kinin, bir kaymakamın, Sütlüce kaymakamının , tüm yetkilerini aşarak kitap toplatma ve imha etme kararıyla noktalandığını, ve aradan bunca zaman geçtiği halde o kaymakamın hala görevden alınmadığını , cezalandırılmadığını gördük…

Aşırı milliyetçilik kışkırtmasıyla duyguların kitlesel histeriye dönüşmesini yaşadık… Hayır burada yeniden bu olayları dile getirmeyeceğim. Hepsini günlerdir izliyorsunuz.
Benim vurgulamak istediğim faşizmin beyinleri, ruhları ve bedenleri ele geçirme yöntemi…

İllaki bir kışkırtmaya, aslı olan ya da olmayan bir söylentiye, “bayrağımızı yakmışlar”, “anamıza küfretmişler”, “onlar şöyleymiş, böyleymiş” gibilerinden miş’li haberlere gerek yok …
“Ötekini” düşman saydığınız, “vatan haini” saydığınız an , “ya benden yanasın ya düşmandan” dediğiniz an başlıyor faşizmin kuralları işlemeye.

Çocuk yaştan şiddet sarmalında büyüdüyseniz, güvenliğinizi ancak şiddet kullanarak sağlayabiliyorsanız ya da sağladığınıza inanıyorsanız, siz de başlıyorsunuz faşizmin kurallarını işletmeye…
Eğer sokakta polisin yaka paça götürdüğü, sırtına cop indirdiği bir insana ilgi duymuyorsanız, nedenini öğrenmeye çalışmıyorsanız… Kocasından her gün dayak yediğini bildiğiniz arkadaşınıza, “erkektir, sever de döver de, katlanıver” diyorsanız”… Sokakta düşüp canını acıttığı için, uykusu geldiği için, istediği olmadığı için ya da hiç nedensiz avaz avaz ağlayan küçücük bir çocuğa, anası “sus, yoksa şimdi gebertirim seni” diye bağırıp tokat attığını gördüğünüzde isyan etmiyorsanız… Türkiye’de yaşayıp, İHD, KESK, TAYAD gibi harflerin ne anlama geldiğini bilmiyorsanız… Kitap toplatma ve imha kararı veren kaymakamın nasıl cezalandırılacağını merak etmiyorsanız… Mersin- Isparta- Trabzon- Sakarya’da olanları olağan karşılıyorsanız, (örnekleri binlerle çoğaltabiliriz) sıradan faşizme geçit vermeye başladınız demektir.

“Gergedanlaşma”
Ionesco’nun “Gergedan” oyununu düşünmeden edemiyorum.
Anımsayacaksınız, kentte bir , iki, üç, beş derken herkes gergedanlaşmaya başlar. Kalın derili, tek boynuzlu o koca çirkin hayvana dönüşmek için, bir zorlama bile gerekmez. İsteyerek gergedanlaşırlar, sayıları, gün geçtikçe çoğalır. Çünkü çoğunluk öyle istiyordur, öyle düşünüyordur. Daha doğrusu düşünmüyordur da, bir akıntıya kapılıp gidiyorlardır işte… Giderek gergedanlaşmanın iyi bir “değişim” olduğunu bile söylerler , gergedanlaşmayı yüceleştirirler. İnsanlığını yitirme pahasına, bir örnek bir kitleye dönüşmenin güvenini yaşarlar…

Gergedanlaşmaya karşı tek direnen oyunun baş kahramanı (yoksa anti- kahraman mı demeli?) Bérenger’dir. Kitleye karşı dururken, özgürlüğünü korur ama nasıl da yalnızdır, çaresizdir… Başkaları gibi düşünmediği için , akıntıya karşı kürek çektiği için, her an onların (gergedanların) ayakları altında kalabilir, öldürülebilir …
Bu güzelim ülkede , ne gergedanlaşmaya ne de faşizme - sıradan ve sıradan olmayanına geçit yok.

16 Nisan 2005- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.