Menü

“Akdenizin iki yakasında medya…”


22 Ekim 2005 - Zeynep Oral -

Birkaç gün önce, 40 kadar ülkeden 200 gazeteci Marsilya’da bir araya geldik. Çoğunluk Akdeniz’i çevreleyen ülkelerdendi…

Bir ara, toplantının ya açılışındaydı ya da kapanışında, tam anımsamıyorum, şöyle bir çevreme bakındım ve içimden şunu geçirdim:

Şu 200 kadar gazeteci, eğer dil farklılıklarını, din farklılıklarını aşabilseydiler…

Eğer, kendilerini “ötekinin” yerine koyabilseydiler… Ve ötekilerine “empati”yle yaklaşabilseydiler…

Eğer , politikayı bir amaç değil de araç olarak kullanabilseydiler…

Ekonomileri, gelir düzeyleri, yaşam standardları bunca farklı olan ülkelerden değil de , dünya nimetlerinin paylaşılabildiği, sömürünün olmadığı, emeğin erdem , çıkar kavgalarının ayıp ve günah sayıldığı ülkelerden gelmiş olsalardı eğer …

Tüm önyargılardan kurtulup, kültürel farklılıkları müthiş bir şölene, bir zenginliğe dönüştürüp, bu zenginliği bayram sevinciyle karşılayabilseydiler eğer…

Eğer, geçmişi, kin, intikam, öfke duygularından arındırıp, geleceği kurmak için bir araç olarak kullanabilseydiler…

Eğer, yalnız kendi geleceklerini değil, çocuklarının, torunlarının geleceğini de her tür şiddetten arınmış olabileceğine canı gönülden inanabilseydiler…

Eğer bu 200 kadar gazeteci, çalıştıkları gazetelerin manşetlerini atabilecek sorumlulukta olabilseydiler... Ve gazetelerini , dergilerini , televizyon ve radyo programlarını bu düşünceler doğrultusunda yayınlayabilseydiler…

İnanın, dünya çok daha farklı bir dünya olurdu.

Ama gelin görün ki, bu içimden geçirdiğim ve bir çırpıda sıraladığım “eğer”ler, sadece bir düştü. Ve düşlerle gerçekler birbirinden çok farklıydı.

Akdeniz çelişkileri

Marsilya’da “Euro-Med ve Medya” toplantısındaydık. Avrupa ve Akdeniz perspektivinde medya toplantısı…

Bundan on yıl önce “Barcelona Bildirgesi”yle , Avrupa Komisyonu ve Avrupa Bankasının işbirliğiyle başlatılan, medyaya düşen görev ve sorumluluklar üzerine eğilen , Akdeniz ülkeleri arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmak değilse de, bunları en aza indirgemeyi hedeflemiş bir proje. “Barcelona Süreci” adı verilen bu süreçte amaç , “Akdenizi barış kültürünün, istikrarın ve refahın egemen olduğu bir ortak alana dönüştürmekti. “

Geçen ay Ürdün’de, şimdi Marsilya’da, önümüzdeki ay Barcelona’daki toplantılar sonucunda somut öneriler devlet ve hükümet başkanlarına iletilecekti.

Bence, on yılın sonunda Akdeniz’in kuzeyiyle güneyi arasında diyalog belki sağlanmış ama bu amaçtan hala çok uzaktayız.

Toplantıya katılan herkes, Akdenizin bir sınır değil, merkez olduğundan ve olması gerektiğinden (üstelik “uygarlık merkezi” olmasından) yanaydı. Ama çelişkiler de ortadaydı ve toplantıda çoğu katılmasa da bence her geçen gün aradaki uçurum büyüyordu:

Akdeniz’in kuzeyindeki ülkeler varlıklıydı, güneyindekiler yoksul. Birinde yaşam standardı çok yüksek, ötekinde çok düşüktü.

Kuzey yaşlı bir nufusa, güney genç nufusa ve yüksek doğum oranına sahipti.

Birinde Katolik ve Ortodokslar, ötekinde Müslümanlar çoğunluktaydı. Demokrasi gelenekleri, demokrasi anlayışları, demokrasi uygulamaları ve bu yoldaki mücadeleleri farklıydı. Tarihte, Kuzeyin , Güney’i sömürge olarak kullandığı gözardı edilemezdi.

Filistin – İsrail sorunu , güneyden kuzeye yasa dışı yollardan göç, Irak işgalinin ve savaşının yarattığı yeni dengeler … Bunlar da özetlemeye çalıştığım çelişkilere eklenince Akdenizi bir uygarlık merkezine dönüştürmekte medyanın rolü ve sorumluluğu daha da çetrefilleşiyordu.

Gazeteci neyi görür?

Toplantıda, Özellikle güney ve ortadoğu ülkelerindeki basın sansürleri , haber alma, habere ulaşma, haberi yorumlama ve yayma yöntemleri ele alınırken, Batının ve kuzeyin medyası da yerden yere vuruluyordu.

Yokluktan yoksulluktan ya da siyasal çatışmalardan kaçan, yasadışı yollardan Cebelitarık’tan İspanya’ya geçmeye çalışanların yılda iki üç bini bu yolda can verirken, Avrupa medyası buna gözlerini kapayabiliyordu… Beş milyon nufuslu Libya’da, 1.5 milyon insan öldüğünde de görmezlikten gelinmişti. Oysa bu gerçekler ortadaydı. Bunlar gibi sayısız örnek verildi.

Akdenizin iki yakasındaki medyada ortak bir tutum cinsiyet ayırımcılığıydı. Kimileri bu gerçeği yeni keşfetmiş gini yapıp, şiddetle itiraz etti. Hiç şaşırmadım.

“Gazeteci neyi görür?”, “Neye bakmalı, neyi görmeli?” sorularının yanıtı pek iç açıcı değildi. Çünkü bu yanıtı belirleyen, ne yazık ki, (kuzeyde de güneyde de ) genellikle yayın organının patronuyla ülkedeki iktidar güçlerinin ilişkileriydi. Medyaya hükmeden siyasal erkti. Politik ve ekonomik çıkarlar, sansasyon tutkusuyla ve gündem şaşırtma manüpülasyonlarıyla bütünlendiğinde , “uygarlık çatışmasına” çanak tutulmuş olunuyordu.

“Ötekinin” tarihini, kültürünü bilmeden, önyargılarla, klişelerle ele alınan her konunun yabancı düşmanlığını körüklemesi, sonuçta ırkçılığı ve aşırı milliyetçiliği kışkırtan bir söylemi yaratıyordu. Ve bu söylem kamuoyunu güçlü bir biçimde etkiliyordu. Gazetecinin neyi gördüğü kadar nasıl anlattığı da önemliydi. Duyarlığı yok sayarak, dikkatli ya da dikkatsiz, özenli ya da kışkırtarak, aşağılayarak, meydan okuyarak, tehdit ögeleri kullanarak???

İşte Barselona Sürecinde bir nokta olan Marsilya toplantısı, en başta “eğer…” diye sıraladığım, düşlediğim, ortak bir dil yaratma çabasındaydı.


22 Ekim 2005- Cumhuriyet

Paylaş

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Zeynep Oral

Gazeteci , yazar, feminist, İnsan Hakları savunucusu, Barış eylemcisi, STK (Sivil Toplum Kuruluşları) bağımlısı; çok sesli, çok renkli yaşam tutkunu… Halen Cumhuriyet Gazetesi yazarı ve PEN Türkiye Yazarlar Derneği Başkanı. 

Devamı

Sosyal Medya

 
© 2021 Tüm hakları saklıdır.